Anne yarası

MART ayı her sene olduğu gibi yaza dair umutlar ve kadınlık hakkında konuşmalarla geliyor. Bu sene de 8 Mart’ın yaklaşması kimileri için bir tüketim faaliyeti, kimileri için kanayan bir yaranın parmakla gösterilmesi, kimileri içinse kadın kelimesini çeşitli tamlamalarla kullanma fırsatı olarak ortaya çıkması.


“Kadın” deyince, “Bu ülkede kadın olmak” deyince çok da olumlu çağrışımlar gelmiyor insanın aklına. Son 7 yılda 1675 kadının cinayete kurban gittiği, bu olayların faillerinin çoğunlukla kocaları, babaları gibi birinci dereceden akrabaları olduğu gerçeği geliyor mesela... Lakin bu yazının konusu bu değil. Bu yazının konusu, kadının kendi olmasının, olabileceğinin en iyisi olmasının önündeki görünmeyen bir engel: “Anne yarası.”


Yabancı blog sitelerinden birinde rastladığım “anne yarası” kavramı “ataerkil toplumlarda kadın olma acısının anneden kıza aktarımı” şeklinde tanımlanıyor. Anneannemin anneme, annemin bana, benim kızıma, kızımın torunuma kadının değersizliği, hayatı dilediği gibi ve sonuna kadar yaşamayı hak etmemesi bilgisinin aktarılması demek bu.


Bu zincir işlemeye devam ettikçe kadınlığı onore etmeyen sistem de sürekli hale geliyor. Erkek egemen toplumun kadına biçtiği “kıymeti olmayan, hak etmeyen, eve ait olan” rolündeki “öz değersizlik” bilgisinin bir kısırdöngü içinde her yeni nesil kadında yeniden vücut bulmasını kapsıyor.


Annesinden bu bilgiyi alan genç kızın önünde iki farklı yol oluyor: Bilgiyi sorgulamadan kabul edip içselleştirmek, böylece anne ve toplum tarafından onaylanmak; uslu kız olmak ve kendi potansiyelinden vazgeçmek... Diğeri ise bu sınırlandırmaları kabul etmeyerek kendi potansiyelini gerçekleştirme yoluna düşmek (bu seçenekte toplum/anne tarafından dışlanma, sevilmeme riskini göz almak)...


Kadın sorgulama yerine itaate davet ediliyor; kendini arayıp bulması yerine toplumsal rollerinin ötesine bakmaması teşvik ediliyor. Kadından beklenen uysal, şefkatli, fedakâr, pasif olması. Kadın da kızından bunu bekliyor. Kızı da annesini hayal kırıklığına uğratmamak için onun beklentisine göre şekilleniyor.


Teoriye göre anne yarası, yetişkin kadında yeterince iyi olmadığını düşünmeye, sürekli olarak “Bende bir sorun var” duygusuyla yaşamaya, sevilme ve onaylanma adına silikleşme, küçük kalma, palazlanmama ve sahip olduğundan fazlasını istediği zamanlarda ise suçluluk hissine kapılmaya sebep oluyor... Anne yarasıyla yüzleşmeden yaşayan kadın, hiçbir zaman tam anlamıyla yetişkin olamıyor, kendi hayatı üzerinde karar veremiyor, toplumdaki yerini düzeltemiyor ve istemese de bu yarayı kendi kız çocuklarına aktarıyor.


Bir şekilde bu durumun farkına varıp kendini iyileştirmek üzere çabalayan kadın, artık diğer kadınlardan pasiflik beklemekten vazgeçiyor; yara tabu konusu olmaktan çıktığında acıyı saklamak için sahte maskelerin ardına gizlenmeye gerek kalmıyor; kadın kendi olmaya, hayatı "daha fazla" yaşamaya bahane üretmiyor...


Artık anne yarasının yükünü taşımak zorunda kalmayan kadın kendi kararlarına göre yaşamakta, kendi hayatının sorumluluğunu almakta, hayatın kalbiyle yeniden bağlantı kurmakta, toplumdaki esas yerini talep etmekte tereddüt etmez hale geliyor.


Kadın kendi kaderini annesininkinden ayırmaya cesaret edebilirse eğer, o zaman belki 8 Martlar layıkıyla kutlanmaya, kadın cinayetlerinin de hesabı gerçekten sorulmaya başlanabilir, diye geliyor aklıma... Belki böyle olur.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.