Yaşlanıyor olmanın yası
"Eve geldiğim ilk gün, o tek odanın olduğundan daha büyük görünebilmesi için bir iç mimar tarafından duvarlara takılmış bütün aynalara rengarenk Endonezya batikleri asmıştım. Sadece lavabonun üzerindeki aynayı açık bırakmıştım; banyoya her girişimde o aynadan bana bakan ve sanki beni tanıyormuş gibi işaretler yapan; şişmiş, sarı ve solgun bir adam görüyordum. Gerçekten de o adamı daha önce hiç görmemiştim. Oysa o daima orada, aynanın içindeydi; banyonun kapısını açar açmaz karşıma çıkıyordu. Kimi zaman beni daha da delirtecek biçimde gülücükler yolluyordu. Hiç umutsuzluğa kapılmıyor, kendince benimle konuşmayı sürdürüyordu. Bana kendisinin ben olduğunu söylüyordu. Neredeyse 60 yıldır tanıştığımızı anlatıyordu. Böylece o şişman, solgun ve tek bir kılı kalmamış "yeni ben"e yavaş yavaş alıştım."
"Aynalarla aramız nasıl? Hiç değişmeyen tek şey olan değişimin aynadan bize bakmasıyla aramız nasıl? Her şeyin sıradan akıyor gözüktüğü zamanlarda buna yer açmak, değişimin hızlı olduğu zamanlar için bize hazırlık sağlar mı? Aslında BEN'in her an yeni olduğunu fark edebilir miyim?"
Bu yazı, Tiziano Terzani’nin yazdığı “Atlıkarıncada Bir Tur Daha” kitabı etrafında bir araya geldiğimiz okuma grubunda, grubumuzu yöneten çok sevgili Fulya Karakoç’un üzerinde düşünmemiz için verdiği davetlerden bir tanesi. Tiziano Terzani, kanser tedavisi sırasında fiziksel olarak geçirdiği değişimleri satırlarında böyle anlatırken Fulya bizlere sordu: “Hiç değişmeyen tek şey olan değişimin aynadan bize bakmasıyla aramız nasıl?”
Yaşlanıyorum. Benim cevabım bu kelime ile başladı. Aynaya baktığımda gördüğüm şey, hiç botoks yapılmamış yüz çizgilerimin yaşımın 50 olması sebebi ile iyice belirginleşmesi, beyazlarımın fazlalaşması sebebi ile geçen sene boyamaktan vazgeçtiğim saçlarımın beyazlı siyahlı görüntüsü ve boynumdaki derimin hafifçe gevşemiş hali. Bu yazdıklarımı tamir edilebilir şeyler olarak görüyorsanız eklemek istediklerim var: Yaşı 18 olup liseyi bitiren bir oğlumun olması (ne ara bu kadar büyüdü?), bedensel enerjimin çok değil bundan beş sene öncesine kıyasla azalmış hali (atom karıncalıktan karıncalığa doğru bir geçiş) veya yaşım sebebi ile yapılması önerilen ekstra bir dizi tıbbi muayene ve testler...
Bunları özellikle yazıyorum. Beni takip ediyorsanız bilirsiniz, çok sık tekrarladığım bir şey vardır. Ölüm kelimesini kullanmak konusunda ısrarcıyımdır. Konuşurken veya yazarken ölüm kelimesini kullanmaktan kaçınıp kaçınmadığıma dikkat ederim çünkü her ne kadar ölüm kelimesi yerine başka bir kelimeyi kullanmam beni o an için iyi hissettirse de bunun ölüm gerçeğini değiştirmeyeceğini bilirim. Aynı şeyi yaşlılıkla ilgili de düşünmeye başladım. Yaşlanıyorum. Yaş alıyorum anlam olarak doğru olsa da sırf yaşlanıyorum dememek için kullanılması içimde doğru yankılanmıyor. Ben yaşlanıyorum.
Yaşı bana yakın olan arkadaşlarımdan veya tanıdıklarımdan da benzer yorumlar duymaya başladım. Halimize şaşkınız. 20’lerimden başlayarak hayatımın değişik dönemlerinde yaşlılarla çalıştım, pek çok projenin içinde gönüllü olarak yaşlılarla vakit geçirdim. Yaşlanmakla ilgili eskiden yazdığım yazılara bakıyorum (derki.com/ruhsallik/yaslanmak/), yaşlılığı düşünmemişim diyemem. Şimdi bir de içindeyim. Aynı hissiyatta olanlar için söylüyorum, yalnız değilsiniz.
Yaşlanmanın bir yası var, benim için. Yası halledilecek veya çözülecek bir sorun olarak görmediğimi, yasın sadece ölümle gelmediğini, yasın bir yere gitmediğini ve eğer bir değişiklikten bahsedeceksek bunun bizim yası taşıma halimiz olduğunu (ev sahibi olarak yası ağırlamak) her fırsatta dile getiririm. Bu yazıyı yazarken de niyetim yaşlanmaya karşı kendimizi daha iyi hissetmek için çözümler bulmak, saçınızın boyasına veya botoksunuza karışmak ya da tam tersi, hafifletmek adına "herkes yaşlanıyor işte boşverin" demek değil. Bu bir analiz yazısı da değil. Okuduktan sonra kendi hayatınızla ilgili bazı muhasebeler yapmaya başlarsınız belki, ama o sizin tercihiniz. Niyetim halime bakmak. Karşımda artık 50 olan sayıyı gördüğümde, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bildiğimden 60’a da aynı hızla ulaşacağımı düşünmenin içimde yarattığı ince ve anlık bir sızıyı fark edebilmekten bahsediyorum.
Yaşlanıyorum. Şu an için bu gerçekle ve hissettirdikleriyle kalmayı tercih ediyorum. Tavsiye vermiyorum ve istemiyorum.
Bir zamanlar benim için normal olan şeyler artık değişmeye başladı. Fark etmeden üzerine köklendiğim sağlam gerçekliklerim (?) ve rutinlerim yavaş yavaş yeni ayarlar ister oldu. İşte sızım bu yüzden; bildiğim & sevdiğim normallerimin kaybı ve eski/yeni normallerimin hayatımın bundan sonraki kısmında daha hızlı bir değişim içerisinde olacağının idraki. Elbette bir tarafım bunun tüm insanlığa ait bir gerçeklik olduğunu biliyor, diğer bir tarafım ise bu yeni hayat düzenim ve arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerin arasına eklenen sağlık konularıyla ilgili hayretler içerisinde. Uzun yıllardır tanıdığım arkadaşlarımın sosyal medya hesaplarında yayınladıkları fotoğraflarına bakıyorum. Daha da belirgin hale gelen geçiciliğimizi kendi yakın çevremin yüzlerinde görüyorum.
Tüm bu değişiklikleri bazen bir tebessümle, bazen bir kahkahayla bazense şaşkınlık ve üzüntüyle karşılıyorum. 30’larım ve 40’larım sadece bir rakamdan ibaretken, 50’ye basmış olmanın ruhumda farklı yankılandığını görüyorum. Demek ki diyorum, benim de bir eşiğim varmış. Bu yaşla ilgili, her ne kadar edepli olmaya çalışsa da, asi tarafını da hissedebildiğim içsel bir dirençle karşılaşıyorum. Ama neye direndiğini anlamasıyla birlikte direncinin manasızlığını görmesi bir oluyor. İşte o zaman, ver elini yas. Yas gene, her zamanki gibi kaçacak bir yer bırakmayarak öğretiyor.
Yaşlanmamın hayatıma davet ettiği bir yas süreci var. Buna aktif olarak katılıp katılmamak benim seçimim. Yası bir ergenlenme (inisiasyon) süreci olarak görüp içimdeki kayıpları bütünleştireceğine güvenmek bana kalmış.
Terzani’nin dediği gibi aynalar bana 50 yıldır tanıştığımızı söylüyor. Biliyorum, o gördüğüm yüzü olduğu haliyle seviyorum, ama gene de içimdeki asi direnç diyor ki: “Zalimsin zaman”.
Yazının İngilizce versiyonu: The grief of getting old
YORUMLAR