Uçan balon…

Uyku ve uyanma düzenim tamamen değişti, eskiden- şunun şurasında daha iki ay öncesine kadar- etrafta en ufak bir ses duymaya göreyim gözümü açar, hatta uyanır uyanmaz yataktan kendimi dışarı atardım, şimdi hem seslere tepki vermiyorum hem de uyansam da yatakta ayılana kadar takılabiliyorum, her şey kendiliğinden oldu, söyleseler inanmazdım. Sonsuz şükür.


Uyku ile ilgili ilk anım çocuk yuvasından, öğleden sonra uykusuna yatırırlardı da hiç uykum gelmezdi, gözlerimi kapatır, kıpraşan gözkapaklarımla aklımca uyuyormuş gibi yapardım. Sonra ortaokul ve lise yılları… Ranzanın üst katında uyurdum, daha doğrusu uyumaya çalışırdım, üst kat malum daha çok sallanır, kız kardeşim canım Yonca alt katta sağdan sola dönse tıkırtıdan hemen uykum kaçardı, sonra da öfleye pöfleye saatler geçirirdim, içim geçince dalardım herhalde, sabahına da kızcağıza kök söktürürdüm, “yine kıpırdadın uykum kaçtı” diye, ne fena ablaymışım yahu, uykuya dalmakta zorlandığı için insan kardeşine böyle şeyler yapar mı? Eski kafalar işte, kendine hiç bakmamalar, başkalarını suçlamalar. Artık “bu gece uyuyabilecek miyim acaba?” stresiyle yatağa girer olmuştum, bir korku, bir sakinleşememe hali.


Benim gibi uykusu problemli bir insanın başka bir yerde uyuması da azaptı tabii, yatağı yadırgama halleriyle sağdan sola dönmekten ruhum yorulurdu, sabaha da zombi olurdum.


Doğru düzgün uyuyamadığım için sabah yataktan kalkmakta zorlanan ben, hafta sonu oldu mu çok lazımmış gibi zınk diye sabahın dokuzunda uyanırdım, uyu işte di mi öğlene kadar ne güzel, yok, kalkıp radyodaki müzik programını dinleyeceksin illâ.


Bu halim yıllarca sürdü, tavşan uykusu derdi babam, babam uykusuzluk çekmezdi de onun da uykusu hafifti, ben ona çekmişim der dururdum, annem kolay uyanmazdı zira. Selahattin’e de az çektirmedim tam uyuyacakken bir ses çıkardı diye, en sonunda ayrı yataklarda yatmayı seçtik de kıpırdasa kabahat halleri bitti adamcağızın.


Zaman zaman canım bir şeylere sıkıldığında uykumun kaçtığı, sabahı sabah ettiğim oldu ama artık daha güzel uyuduğum söylenebilirdi.


Bir aydır yine küçük evde uyuyorum, saat filan zaten yıllardır yok başucumda, gözümü yarı baygın açıp güneşin durumlarına bakıp tekrar uykuya dalıyorum bir güzel, ne zaman uykumu alırsam o zaman kalkıyorum, hem de ok gibi yataktan fırlamadan. Flora’da kalanlar sağ olsunlar kahvaltıyı hazırlamaya başlıyorlar, ben kalkıp ya ormana gidiyorum ya da onlara katılıp hazırlığa yardım ediyorum.


Her şeye “atıl kurt” hallerimi biraz yavaş geçişli de olsa bıraktım artık, eskiden elimdeki tavayı masaya taşıyım derken yerlere kapaklanmışlığım, ayağım kayıp kaburgalarımı sandalyeye bindirmişliğim var. Akışa güvenip teslim oldukça işlerin nasılsa bir şekilde yapılacağına gönlüm ikna oldu demek ki, belki bu rahat uyku halleri de kendimi kollamayı öğrendiğim için oluyordur, yaş almanın en güzel tarafları bunlar galiba, amaaan canım noolcak, ölüm yok ya ucunda, bir şekilde hallolur kafası anca gelmiş, olsun, geç olsun kolay olsun, korku dolu cümleyi eklemiycem sonuna.


Aile dostu bir teyzemin de uykusu kaçarmış, bir gün ona bir doktor şöyle demiş “teslim olmamışsan uykun kaçar”, uzun süre düşündüm bunu, daha nasıl teslim olayım dedim, oluyormuş, onun da bir tık ötesi varmış, hayata güvenmek, kaygıların kafadan uçup gitmesi benim tamamen kendimi bırakmamla ilgiliymiş, beni bırakın şimdi bütün gün şarkı söyliyim, içimden gelenlere yol verdikçe yolum açılıyor, başkalaşan hayatım daha da başka olmaya başladı, sonsuz şükür bi daha…


Pansiyondan kalma mesleki deformasyondanmış her şeye koşma hallerim, hizmet kafası! Artık isteyen kendi ekmeğini kızartabilir, ben kendime bile kızartmıyorum, ohh bu günleri de görecektik demek, ekmek başı memuriyeti de böylece sona erer. Nice ferahlamalara inşallah, son seremonide gelen cümlelerden biri buydu çünkü: “Bu kadar ağırlıkla olmaz, yüklerle devam edemezsin!” Artık hayatın hizmetindeyim, önce kendimi gözetmekten geçiyor onun da yolu.


Yazı günlerimde artık akşamdan haber veriyorum o sırada kimler varsa onlara, sabahki kahvaltıya sonradan katılacağımı, beni yok farz etmelerini söylüyorum, taslağımı yazdıktan sonra gidip kahvaltı yapıyorum telaşsız, yazıdan biraz uzaklaşmış oluyorum, sonra da çayımı alıp yazının başına dönüyorum, masa kalkacakmış, bulaşıklar yıkanacakmış kaygısına kapılmadan bırakıp gidebiliyorum artık. Kendimi bayağı takdir ediyorum, kutluyorum hatta.


Bu yöredekilerin çok sevdiğim sözlerinden biri “olur gider, olur gider”, sen yeter ki tasalanma, bir şekilde hallolur. Güvenmekse birlikte yaşadıklarıma da güvenmek, hayata güvenmek, kendimi daha da daha da bırakmak, sevgilinin kollarına teslim olur gibi.


Ohh bırak kendini Ayşe!

Kendimi uçan balon gibi hissediyorum, onu iple bağlayıp elime tutuşturan da, şimdi bırakıp göklere salan da, balon da, ip de benmişim meğer!

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.