Bizler karanlığa rağmen ışığı taşıyan kadınlarız

Yazacağım yazıların konuları bende önceden belli olmuyor. Yüreğime bir soru düşüyor ve onun peşinden gidiyorum. Cevapları ararken nedenleri bulup çözüme nasıl gidebilirim en büyük rehberim oluyor. Çünkü nedeni anlamadan çözüme gidiş yüzeysel kalıyor, içime sinmiyor. Bu yazımda son yıllarda biz ne yaşadık, nerelerden geçtik ve nasıl etkilendiğimizi yazmak istedim. Çünkü geçmişi bilip hikayemizin farkına varırsak geleceğe yürümek için aklımıza, gönlümüze ve gerçeğimize göre uygun tohumlar ekeriz.


Hayat yolculuğunu bir dağın zirvesine tırmanmaya benzetirim. Başlangıç noktasından dağın zirvesine baktığımda yüreğim sıkışır, içimdeki sesler çarpışır. Biri çok uzak ve zor der, öbürü eline sazı alıp zirveye bakma önüne bak ve küçük adımlarla yola çık diye beni sakinleştirir. Başkalarının gözünden deneyimlerini dinlediklerim kulağıma bir bir gelir. Kimi zorluğundan bahsetmiştir, kimi yoldaki güzelliklerden. Kendi iç sesim hadi takılma bunlara yola koyul ve tadını çıkar yolculuğun diye fısıldar. Zirveye vardığımda ise önce uçsuz bucaksız manzaraya bakar, sonra derin bir nefes alırım. Geldiğim yollara bakar, vazgeçmek istediğim anları, yorgunluktan ayağa kalkamadığım o kayayı, ayaklarımı buz gibi suyuna soktuğum o dereyi, kayaların arasından kendine can bulmuş çiçeği hatırlarım. Bu anları hatırlamak bana güç verir. Çünkü her zorlu ya da huzurlu an yaşanıyor, geçiyor ve geride kalıyor. Sadece yaşanılan anların izleri bizlerle geleceğe geliyor.


Bugünlerden memleketin geçmişine baktığımda şimdi toplumsal olarak kolektif bir yasın içinden geçtiğimizi fark ediyorum. Toplumun büyük bir kesimi ortak bir kaybı yaşıyor ve bununla başa çıkmaya çalışıyoruz. Memlekette yıllar içinde o kadar çok şey yaşandı ki, yorulduk ve tükendik. Çünkü maddi zorluklarla beraber psikolojik ve duygusal yıpranmalar peş peşe geldi.


Neler yaşamışız, gelin bir göz atalım.


2001 yılında ekonomik kriz patlak verdi. Bankacılık sistemi çökerken enflasyon ve işsizlik arttı. İşsizlik ve ekonomik sıkıntılar insanlarda stres, duygusal sıkıntıları, sağlık sorunlarını ve aile içi problemleri artırdı. Krizin ardından yeni hükümet geldi ve uygulanan yapısal reformlar ve IMF programlarıyla ekonomi toparlandı. Öğrencilik yıllarımda yapısal reformlar lafını ilk kez Mahfi Hoca’dan duymuştum. Anlamını öğrendiğimde memleket neden bu kadar kriz yaşıyor aydınlanma yaşamıştım. Meğer yapısal reformlar, ekonominin istikrarlı bir şekilde büyümesi gelişmesi için, kısa vadeli değil uzun vadeli etki yaratan düzenlemelermiş. Biz neden bunları bilmek ve öğrenmek zorunda kalıyoruz? Çünkü ekonomi, politika, sağlık, hukuk ve aklınıza hangi alan geliyorsa birbiriyle bağlantılı ve memleket kendi haricinde başka bir şeyle ilgilenmemize fırsat vermiyor.


2008 yılında küresel kriz yaşandı ve biz memleket olarak yine çok etkilendik. Küresel ekonomideki durgunluk, işsizlik oranlarını artırdı ve ekonomik büyüme yavaşladı. Yani bizim dışımızda dünyada yaşanan olaylar bizi etkiliyor ve memleket olarak kırılgan yapıya sahip olunca daha çok etkileniyoruz. Bağışıklığınız düşükse ortamdaki virüs sizin vücudu yıkarken, bağışıklığı güçlü olan insan virüsten etkilenmiyor. Bizim memleketin bağışıklığı düşük olunca, uzakta bir yerlerdeki hapşırmadan biz zatüre geçiriyoruz. Doğduğumuz ev kaderimizse, yaşadığımız memlekette kaderimiz oluyor.


Bu memleket 2018 yılında ise döviz krizi yaşadı. Türk lirası değer kaybı yaşadı, enflasyon yükselişe geçti ve yine işsizlik arttı. 2018 yılında yayınlanan bir araştırma işçi intiharlarının % 300 artış olduğunu söylüyor. İşten çıkartılmak, hayatınızı idame ettirecek gelirinizin kesilmesi, yaşamak için temel ihtiyaçlarınızı karşılayamamak çok büyük ruhsal sıkıntıları beraberinde getiriyor. 2001 yılında yaşanan krizde insanlara köylerinden turşu, patates, un gibi temel ihtiyaçlar gelirken 2018’de ise köylerde bağlantı azalmıştı. Hadi gel köyümüze geri dönelim diyenler azalmış gidecek yeri olmayanlar bunalımın içine sürüklenmişti.


Gelelim son 5 yılımıza…


2021’in başlarında enflasyon yüzde 15 seviyelerine yaklaşmışken, dünya genelinde merkez bankaları enflasyona karşı sıkılaştırmaya yönelirken Türkiye faiz düşürdü. Bu ne demek basitçe anlatayım. Yokuş aşağı giden arabanın frenini gevşetirseniz araba daha da hızlanır, kontrol kaybolur ve çarpışma kaçınılmaz hale gelir. Başka bir örnek vereyim. Zaten yanmakta olan ekonomik yangının üzerine su yerine benzin dökmeye benzetilebilir. Peki ateşi olan hastayı battaniyeye sararsanız ne olur, hasta daha kötüleşir. Banane bu durumdan niye bunları bilmek zorundayım diyor musunuz? Çünkü bugünden geleceğe yürürken atacağımız adımların şifreleri geçmişi anlamakta yatıyor.


Peki neden enflasyona karşı faiz artırımı yapılırken bizim memleket faiz indirdi? Gelin ona bakalım.


Bu karar ekonomik teoriye değil, siyasi ve ideolojik yaklaşımlara dayanan bir tercihti. Birkaç temel nedeni var. Memleketi yönetenler faiz düşerse üretim artar, maliyetler azalır ve enflasyon zamanla düşer görüşünün peşinden gitti. Oysa geleneksel iktisat bilimine göre yüksek enflasyonla mücadele için faiz artırılır.


Faiz, yatırım maliyetlerini artırır. Krediye ihtiyaç duyduğunuzda faizin yüksek olması ödeyeceğiniz bedeli artırdığı için bireyler araba almaktan, ev almaktan, bireysel kredi kullanıp harcama yapmaktan, şirketler yatırım yapmaktan uzak durur. Çünkü çektiğiniz kredinin bedeli büyüktür ve gerek yok bu kadar para ödemeye deyip vazgeçersiniz. Faiz tek başına enflasyon yangınını söndürmeye yetmez ancak talep azaldığı için yangının küçülmesine katkı sağlar.


Faiz düşüşünün diğer bir sebebi, seçim öncesinde büyüme ve düşük faizle halkın memnuniyetini artırmaktı. Faiz indirimi sayesinde şimdi refah sağlayalım, sonra düşünürüz denildi. Bu süreçte krediye ulaşabilenler düşük faizle paraya ulaştı; bu parayla ev aldılar, araba aldılar, tarla aldılar, tatile çıktılar, altın, döviz alıp servetlerine servet kattılar. Krediye ulaşamayan çok büyük bir kesim bu durumdan faydalanamayınca servet transferi denilen durum gerçekleşti. Zengin daha zengin oldu, fakir daha fakirleşti. Toplum olarak kısa vadede işimize yarayacak ve bugün yüzümüzü güldürecek politikalara prim verdiğimiz sürece krizler ve şoklar yaşamaya mecburuz. Yaz gelince çatımızı onarmazsak kış gelince çatı akıyor diye sızlanmaya benziyor bizim memleketin işleri.


Sonuçlarına gelince, döviz kuru artıp paramız değer kaybetti, enflasyon patladı, alım gücü düştü ve yoksulluk yayıldı. 2023’de ise yangın büyüdüğü için faiz tekrar yükseltilmek zorunda kaldı.


Bu yaşananların bedelini iliklerimize kadar hissediyoruz. Alım gücümüz düştü, çünkü gelirimiz gerçek enflasyon kadar artmadı. Kiralar insanların belası oldu, barınma problemleri tavan yaptı.


Geleceğe dair umut azaldı, belirsizlik ve kaygı duygusu yayıldı. İnsanlar zam gelmeden bir şey alma çabasına düştü. Bu durum tüketim baskısı yarattı. Beraberinde borçlanma ve tükenmişlik sendromu yaşandı. Gençlerimiz, özellikle üniversite mezunları “Bu ülkede geleceğim yok” diyerek yurt dışına yönelmeye başladı. Memlekette kimseye güven kalmadı, aile içi huzursuzluklar arttı. Toplumda şiddet; çocuk, hayvan, doğa, kadın demeden tırmanışa geçti. Çalışsam ne olacak düşüncesi yayıldı ve hepimizin yüreklerinde kırgınlık, hayal kırıklığı, güvensizlik duyguları fazlaca yer buldu.


Kadınlar, hem ev içi bakım yükü hem de iş yaşamında mücadele eden sessiz savaşçılar. Bizler enflasyondan daha sert etkilendik, çünkü duygularımızın daha farkındayız ve aman kimse üzülmesin derken kendi yüreğimizi unutmak zorunda kaldık. Kadınların iş gücüne katılımı düştü, çünkü çocuk bakımı ve ev işleri parayla dışarıdan alınamaz hale geldi. Bu nedenle her şeye yetişmeye çalışırken ahtapot olmadığımızı unutuyoruz.


Bu etkilerin bir kısmı geri döndürülebilir ancak toplumsal güvenin kırılması, gençlerin göçü, psikolojik tükenmişlik, hayal kırıklıkları derin izler bırakıyor. Yaşadığımız toplumun ortak bir kaybı var. Umudumuzu ve neşemizi kaybettik. Birlikte üzülüyor ve öfkeleniyoruz. Herkes zorlanıyor, yalnız değiliz. Yaşadığımız kayıpları, acıları saklamadan küçümsemeden ve normalleştirmeden konuşmalıyız. Ekonomik kriz gibi uzun süreli belirsizliklerde insanlar yalnızlaştıkça tükenir. Yas, insanlara sadece kaybı değil, neden yaşadıklarını ve nasıl yaşayacaklarını da sorgulatır.


Toplum olarak hakikatle yüzleşmek ve yeni bir hikaye yazmak için yasımızı fırsata çevirmeliyiz. Bugünler geçecek. Dağın zirvesine ulaştığımızdaki gibi bir duygu yüreğimize konacak. Derin bir nefes alacağız ve geçtiğimiz yolları hatırlayarak geleceğimizi yeniden şekillendireceğiz.


En ağır yükü biz kadınlar taşıyorsak en güçlü omuzda bizde demektir. Bu topraklarda nice kadın küllerinden doğdu, bizde o zincirin bir halkasıyız.


Karanlığa rağmen ışığı taşıyan kadınlar olarak bizler umut ettiğimiz sürece, gelecek hala mümkün…





YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.