Bir zamandır hayatımda pek çok yolunda pek çok şey yolunda ilerliyor. Her şeyin bu kadar yolunda olması normal mi? Kütüphanenin hemen arka çıkışındaki küçücük alan, daha çok Nemrud'un, İbrahim'e kudretini hatırlatmak ve onun acılar içinde can verişini görmek için attığı ve daha sonra ilahi bir emirle gül bahçesine dönüşen azgın ateşi andırıyor. Sonsuz bir insan deryası ve bakir ağaçlar... Kimi zaman bir şeyi ifade etmek için dakikalarca düşünüp nihayet zihnimizde beliren, ancak dilimizin ucuna gelmeyen kelimeler, bir insan deryasında sonsuz bir devinim içinde; ağaçların yaprakları sevdaya düşünmüş gibi diri ve alımlı. Dalların üzerinde kuşlar. Kuşların üzerinde bir avuç bulut... Bulutların ardında Tanrı, yanımda Hicran. Tanrı zamandan ve mekandan bağımsızdır ancak Hicran yalnızca orada ve benimle var olabiliyor. Kendisine bir şey sormadığınız müddetçe ağzını bıçak açmaz Hicran, işin içinden çıkamayıp akıl danıştığınızda ise çoğu zaman susarak geçiştirir sizi. Sessizlik daha önce kimseye bu kadar yakışmamıştı. Hicran iyi bir insandır, en azından ben onu öyle tanıdım ancak hiç var olmamıştır.



Gerçi Hicran isimli bir arkadaşım yok. İşin garip yanı, ömrüm boyunca Hicran diye birini tanımadım, öyle birine bir kez bile tesadüf etmediğime o kadar eminim ki. Her şey gerçek olmak zorunda değil ya? Bütün var olan şeyler gerçek mi ve bütün gerçekler somut bir varlığa sahip mi? Muhakkak burnuna dokunmak zorunda değilim ama en azından gözlerine bakabilseydim belki biraz daha inanırdım var olduğuna Hicran'ın. Onu ben yarattım (Yaratmak Tanrı’ya mahsustur). Yazının bana sunduğu nimetleri nankörce kullanıyorum, bu da israfa girer mi? Ah Tanrım, kim bilir belki, ben de en az senin kadar bencilim? Sanki yeryüzündekiler yetmedi, bir de Tanrı ile konuşmaya başladım. O beni duyar mı, dersin? Tıpkı senin gibi beni bıkmadan, usanmadan, üzerine bir vazife gibi, bir an evvel sevişmek ister gibi ve şükrederek ve kahrederek, sessizliği bir kartal başı gibi yarıp, bütün insanlığı ardına katıp, taştan, demirden ve topraktan putları yıkmak ister gibi dinler mi? Şu yazmak yok mu, insanı ne hallere sokuyor görüyor musun? [En olmadık zamanda kendimizi en olmadık şekilde ifade etmek alışkanlığımızdan bir türlü vazgeçemiyoruz ya da şairlik, toplumumuzda sık rastlanılan bir erdem.] Sesi görmeni, notaları boyamanı istemek gibi bir şey bu?


Bütün bu abes fikirleri bir yana bırakalım, kalbinde bana hala yer var mı? Yoksa, sitem etmem. Zaten misafirlikte adap, erken kalkmaktır. Şimdi bir ağaç kadar yalnızım. Doğanın sonsuz devinimi seni de hayretler içinde bırakmıyor mu? Bir yaprağın kopup düşüşünü gördüm dalından, daha kötü ne olabilir bu dünyada? Şimdi ben senin odanda bir vazo olsaydım, bilerek düşürüp kırar, yeniden en küçük parçama dek toplar da birleştirmeye çalışırdın. Çünkü o kadar inanırdın bir acının üstesinden gelebileceğine. Sana bu kadar uzak olmak ne acı? Öte yandan kavuşmak yazılmamış bize. Ah, bu hasret daha ne kadar egemen olacak aramızda? Ve biz sevdanın acı şarabını damla damla içeceğiz? Ben içki içmiyorum, şahsen sevmem de. Senin de pek görmedim sarhoş olduğunu. O kadar kendindeydin ki hep, “Gerçeğin içinde hiç mi sıkılmıyor?” diye düşünecektim… Görüyor musun, az kalsın senin yerine de düşünmeye başlayacağım, şu üşengeçliğin yok mu, öldürecek beni… Bir kere sabah erken uyansan ve usulca kaldırsan şehrin örtüsünü üzerinden. “Rüya görüyordur” diye uyandırmadım seni hiç erken vakitte, en heyecanlı, en hüzünlü anında bölmeyeyim dedim [ben eşitlikçi bir insanım, mutluluk kadar gözyaşı da lazım]. Hiçbir şey anlatmadın oysa bana, uyanınca. Ya hatırlamadın, unuttun rüyasını ya bana anlatmaya layık görmedin ya da beni rüyaya layık görmedin ya da... Sonsuz olasılıkta en çok hangisine inanmalıyım? Dün gördüğün rüyayı anlatırsan bağışlarım seni, bir daha hiç kırılmam bile sana. O kadar çok severim ki seni belki senin yeniden beni sevmene sebep olabilecek kadar.


Muhakkak bir sebep gerekli bir şeyler olması için, hiçbir şey kendiliğinden olabilir mi? Maddeciliğin kara bulutları başımızın üzerinde bir gölge gibi takip ediyor bizi. Bazen, senin dışında, her şeyin hareket halinde olduğuna dair bu felsefi görüşe bir sevgi besliyorum. Daha bir inandırıcı geliyor. İnanmak için kendime sebepler aramıyorum, insan inanmak istediğine inanır. Sen iki artı ikinin dört ettiğine inanabilirsin ve bu evrensel bir doğru olabilir ancak ben iki artı ikinin üç ettiğine inanıyorsam bu benim inancımdır. Herkes beni aptal görüp yanlış bir şeye inanç beslediğim için suçlayabilir ama yanlışa inandığım için değil. Hem diğerlerinin eleştirileri ne kadar umurumda? Bende işitme kaybı var, görme kaybı da. Çoğu şeyi duymam, pek azını görürüm. Tanrı benim kulağıma da fısıldıyor, ya bir müddet sonra konuşmayı bütünüyle bırakırsa?


Sefa Taşkın

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Bir yaprağın kopup düşüşünü gördüm dalından, daha kötü ne olabilir bu dünyada? Nasıl güzel bir anlatım
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.