İlk denememde iki sorun vardı. İlki, karşı komşu aslında haplanmayı yüzde yüz hak etmiyordu. Ben onun kiraladığı kadınlara muamelesine takmıştım. Oysa kadınlar, para karşılığı onun isteklerini yerine getirmeyi kabul ediyorlardı ve ben aralarındaki alışverişe karışmamalıydım. Eğer onları zorla alıkoyup eza etseydi, duruma elimdeki ilaçla müdahale edebilirdim. Fakat bu koşullar altında durmalıydım. İlacı yüzde yüz hak edenlere yönelmeliydim. İkincisi, ilacı verme şeklim riskliydi, nüfuz edeceği daha kolay ve risksiz bir yol bulmam gerekiyordu.


Eczanenin karşısındaki bakkal, bence ikinci deneme için mükemmel bir adaydı. Çünkü çocukları fazla dokunarak sevmesinden huylanıp onu izlemeye almıştım ve ellerini kız çocuklarının göğüslerine, kalçalarına kasten değdirdiğine artık emindim.


Deri ve solunum yoluyla nüfuz etme teknikleri geliştirmeye yoğunlaştığım günlerdi. Kapıda nefes nefese belirdi.

“Ablam, bana hemen bir pansuman yapar mısın?”

Kaşar dilimlerken kestiği eline, can havliyle mutfak bezini dolayıp bizim dükkâna koşmuş. Bir onun korku dolu gözlerine, bir rengi kirden siyaha çalan bezden sızan kana baktım.

“Yapmaz mıyım İlhami Abi?”

Ayağıma gelmiş hasta, yapmaz mıyım!

Baktım, kan çok ama kesik derin değil. Patron da yok. Kolları sıvadım.

“Sen geç şöyle, hemen geliyorum” deyip arkaya geçtim. Çantamdan hapları çıkarıp merheme kattım, iyice ezip karıştırdım. İçeri döndüm. Kesiğin etrafından itibaren bütün elinin içine güzelce yedirip sardım.

“Üç-dört saat bu elini kullanma. Yarın, öbür gün tekrarladık mı hemencecik geçer. Ben yarın uğrarım, beş dakikalık iş, sen buraya gelmek için dükkânı hiç kapama.”

“Allah razı olsun ablam.”

“Ne demek İlhami Abi, komşuyuz şurada.”


Beklediğim üzere, çocukları mıncıklamayı bıraktı. Merhemin etkisi geçince yeniden başladı. Yine bir yerini kesmesini bekleyemezdim. Gelgelelim, ben de gidip adama kesik atamazdım. Ne yapsaydım da, çocukları altı hafta daha rahat bıraksaydı? Belki aklım açılır diye yanına gittim. Merdivenin tepesinde, çivisi çıkmış Nefis Bakkaliyesi tabelasına çekiç vurmakla meşguldü.

“Hoş geldin Sevil Ablam” deyişini zor duydum. Üst üste üç kere hapşırdı.

“Grip olduk. Var mı bizi hemen iyi edecek ilacın?”

Olmaz mı! Olmaz mı!

“Buhar banyosu” dedim. “Şişe ilaçlarıyla bu meret öyle çabuk geçmez. Benim hep kullandığım bir karışım var. Sabah, öğle, akşam yaptın mı, iki güne bir şeyciğin kalmaz.”

“Hay yaşa.”

Mentollü suyla hapları açık kahverengi bir şişede karıştırıp götürdüm.

“Küçük bir kabın içinde sıcak suya bütün şişeyi dökeceksin, başına havlu geçirip üzerine eğileceksin. Üç dakika buharı içine çekeceksin. Aman müşteri kaçırmayayım diye açma havluyu, buharı kaçırma. Bütün numara, o üç dakikada. Unutma, sabah-öğle-akşam. İki, bilemedin üç gün.”


Solunum yoluna geçişim bu şekilde gerçekleşti. İksir’in ilk sınırlı tesirli hali de diyebilirim.


Ancak stoklarım tükenmek üzereydi ve bir yol bulmam icap ediyordu.


Sigorta hastanesindeki bevliye doktoruyla münasebetim, bu zaruretten başladı.

İyi de oldu.


3. bölüm 18 Ocak 2019 Cuma hthayat.com’da...


Diğer Bölümler...



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.