Can peşimi bırakmıyor!


Aklına her estiğinde bana ‘naber?’ yazıyor, komik fotoğraflar gönderiyor, geceleri durup dururken ‘iyi geceler’ diyor...


Beraber çok güzel zaman geçiriyoruz, müzik zevklerimiz uyuşuyor, üstelik ten uyumumuz da gayet başarılı! Bıraksa, belki de her haftasonu ben yoklayacağım... Ama bırakmıyor. İlla görüşelim istiyor, aslında ben de istiyorum tabii görüşmeyi ama bu kadar ısrar edilmesi hoşuma gitmiyor.


Neticede tamam dedim, bir akşam ayarladım, buluştuk. İlk buluştuğumuz barda oturup bir süre havadan sudan muhabbet ettikten sonra, aslında iyi vakit geçiriyoruz diye düşünürken ben, birden dilinden sevgi sözcükleri dökülmeye başladı. Bu sözcüklerin bende bir karşılığı olmadığından bütün o güzel kelimeler, cümleler yere dökülüyorlardı. Kaldırıp alacak kimse de yoktu üstelik. Bu durumda kalp kırmadan, nezaketsizlik etmeden, yere bakmadan nasıl konuşulur?


Can'a aynı yerde olmadığımızı, ilişkimize aynı yerden bakmadığımızı söyledim. O ise, benim de onu sevdiğime beni ikna etmeye uğraşıyordu. Benim hakkımda benim bilmediklerimi bilirmişcesine konuşması canımı sıkmaya başlamıştı. Biraz daha kendimi ona bırakırsam ben de çok mutlu olurmuşum, aslında aradığı kadın benmişim, o da benim aradığım kişi olabilirmiş... Benimle buluştuğundan beri artık Tinder kullanmıyormuş, silmiş uygulamayı telefonundan, başka kadınlarla tanışmak buluşmak istemiyormuş. Hatta ben niye hala başkalarıyla tanışmak istiyormuşum!


Ne yani? İki güldük, eğlendik diye aşık olmuş mu sanılıyordum? Ben aşık olacak birini aramıyorum ki! Bu neyin özgüveni, neyin yanılgısı, nerenin saçmalığıydı? Öyle olmadığını söylemek gibi bir hakkım yok muydu? Nasıl hissettiğimi benden daha iyi bilecek biri olabilir miydi?


Masadan kalkıp, "Yetinmeyi öğrenmen gerek Can. Hoşçakal" diyerek uzaklaştım.


Bıraksa halbuki, arada sırada görüşüp eğlenen, çok iyi sevişen ve birbirine iyi gelen ‘arkadaşlar’ olarak kalabilirdik.


Eve gittiğimde bu kez, neden durumların buraya geldiğini sorguluyordum. Kendimi ve davranışlarımı sorgulamak üzereydim ki, geçen hafta Gezgin’le yaşadıklarım aklıma geldi. O gün eve döndüğümde hissettiklerimle, şu an hissettiklerim arasındaki farkın sebebi ben değildim.


Ne aradığını, ne istediğini, bulduğunda ne yapacağını bilmeyen nesillerin çağında, hislerimizin dalgalı bir grafik çizmesi beklenir elbette. Fakat yine de bunu biraz daha dengeli yaşayamaz mıyız? Abartılı hüzünden, melankoliden, beklentilerin bizi esir almasından kurtulup salt mutluluğu hedeflesek daha güzel olmaz mı? Bütün bu girişimlerimizin temelinde neden sadece mutlu olmak gayesi yatmıyordu? Neden başaramıyoruz öyleyse? Niye akışına bırakamıyoruz kendimizi?


Bir taraftan da aklımdan kıyaslamalar geçip duruyor. Can’ın beni düşündüğü kadar ben de Gezgin’i düşünüyordum. Ama hayır, mesafeler kendi akışında belirlenmeli. Ben kimsenin üzerine Can’ın benim üzerime geldiği kadar gitmem!


Diğer bölümler...


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.