Perili Fatma - 18


Mahalle esnafına çalışan çay ocağında, Perili’nin iki adım ötesindeki masada takım elbiseli, kravatlı iki adam oturuyordu. Konuşmalarından, civardaki işyerlerinden birinde çalıştıkları anlaşılıyordu. Siyah takımlı olan pek celalliydi. Yaptığı hiçbir işin görünmediğini, hiç takdir edilmediğini, daha geçen yıl işe giren çömezlerin terfi ederken kendisinin yerinde saydığını söylüyordu yanındakine. “Artık bu işyerinde çalışmak istemiyorum.”


Tabağındaki telvenin fincanına akmasını bekleyen Perili Fatma yüksek sesle,

“Hiçbir şey değişmez” dedi.

İki adam ona baktı. Yakınıp duran, kel arkadaşına döndü.

“Kendi kendine konuşuyor.”

Perili, kahve fincanının tabağından başını kaldırmadan cevap verdi.

“Yok, sana derim. Bu işi bırakıp gitsen de değişen bir şey olmaz.”

Siyah takımlı şaşırdı, sonra kaşlarını çattı.

“İşine bak sen.”

Perili gözü fincanda devam etti.

“Öyle yaparım be ya.”

Adam bu kez alaylı alaylı baktı Perili’ye.

“Var mı hayırlı bir kısmet? Üç vakte kadar? Hanene ay doğmuş mu?”

İki adam kıkırdarken, Perili fincanıyla tabağını masaya koydu. Kalktı. Bohçasını omzuna atarken dedi ki:

“Herkesin hanesi kendinedir. Çok merak ettiysen, hanem güzeldir, kısmetim de yoldadır. Ama seninki bulutludur bilesin.”

“Hadi ya... Nerden anladın?”

“Anlamam ben, hissederim. Bana Perili Fatma derler.”

“Yok ya. Başka ne hissettin?”


Hiç şaşmazdı. Önce alay ederler, sonra ciddiye almaya başlarlar, sonra kendilerine, geleceklerine dair bir şeyler duymak isterlerdi. Bu bedbaht da kıvama gelmişti. Perili’yi dinleyecek, ona söylediklerini önemsemezmiş gibi davranacak, ama asla unutmayacak, duyduklarını tecrübe ettikçe hep hatırlayacaktı. Perili’nin ona diyecekleri vardı. Gelgelelim, kahve içirip fincanını kapatsa uzun sürecek, çay ocağında tas okumak ise uygunsuz kaçacaktı.


“Aç avucunu söyleyeyim.”

“Gel otur bakalım.”

Uzattığı eli, iki eliyle kaldırıp siyah takımlı adamın dizine koydu.

“Sol elini veresin, kalp elidir.”

Yakınan adam, küçümseyen bir gülüşle diğer elini uzattı.

Perili, onun az konuşan kel arkadaşına baktı.

“Yakışıklım. Sen beş dakika kapı önünde bekleyesin arkadaşını. Diyeceklerim saklı değil ama özeldir.”


Perili başını hafifçe bir sağa bir sola yatırarak, dudaklarını büzerek, arada gözlerini üç nefes kapayıp açarak birkaç dakika geçirdikten sonra, yalnız ikisinin duyacağı şekilde kısık sesle konuşmaya başladı.


“Yeni değildir. Bir bu işyerinde değildir, bir işyerinde değildir. Sen kendini bildin bileli yaptığın hiçbir şey görünmez, söylediğin hiçbir şey duyulmaz. Bugün müdürüne kızarsın, farkında mısın ki dün seni büyüten kimse aynı nedenden ona kızardın? Beni görmez, dinlemez, önemsemez derdin. Kızgınlığının altında küslük vardır. Seni görmeyenlere küsersin sen. Onlara bir türlü kendini gösteremedin diye kendine de küsersin.”

Siyah takımlı adam dikkatle kesilmişti.

“Sen görünmez olduğuna inanırsın. Buna inandıkça harlanırsın. Surat edersin. Ağzını bozarsın. Bilmezsin ki böyle yaptıkça daha da silersin kendini.”

Adam tek laf etmeden dinlerken, Perili onu huzursuz etmemek için başını hiç kaldırmıyordu.

“Yeni iş ararım dersin. İşin kralını alsan, üç güne yine etrafındakilere görünmezsin. Sorasın kendine. Sen kendini görür müsün? Sen kendini takdir eder misin? Sakın ha, bana cevap vermeyesin. Kendine biraz şefkatli olasın. Göze görünmeyi hak ettiğine inanasın. O zaman herkes değişir. Suya yazı yazar gibi yaşaman gerekmez be ya.”

Perili son sözünü söylerken başını kaldırıp ona gülümsedi. Avuçlarının içindeki eli hafifçe sıktı.

“Ben giderim. Eyvallah.”

Siyah takımlı adam eğilip sesini iyice alçaltarak sordu:

“Seni nerede bulurum?”

Perili de eğilerek aynı tondan cevap verdi.

“Şuradaki çiçek tezgâhındayım. Bilesin ama, periler fısıldamazsa ben bir şey diyemem. Gel, arada çiçek veririm sana.”

Siyah takımlı adam elini cebine attığında Perili çoktan kalkmıştı.

“Kahvemi ödeyesin, yeter.”


Perili, taze müşterisinin kaldırımda bekleyen kel arkadaşına,

“Sağ olasın yakışıklım, iyi günlerin olsun” deyip yürümeye başladı.


Kendi kendine mırıldandı.

“Perili, sen de kendine karşı şefkatli olasın. Eskiyi unutup filmlerdeki gibi sevileceğine inanasın. Hanene ayı önce sen doğurasın. İçini biraz aydınlatasın. İşte o vakit her şey değişir.”


Aklına Bedia ile Seval geldi. Yirmi bir gün yarın doluyordu. İkisi için de son sözlerini artık bugün hazırlaması lazımdı.


19. bölüm 3 Nisan 2018 Salı hthayat.com’da...


Diğer bölümler


















Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.