Bir şeylerin yanlış olduğunu sezer ama tam adını koyamaz ya insan. Öyle bir haldi hamileliğimde hissettiğim. Gördüğüm, bildiğim, izlediğim, yaşadığım şeylerde benim ruhumu sıkan bir şey vardı çocukluğa dair ama ne?
Kitaplara gömüldüm. Bilgiye ulaşmanın tek yolu buydu benim için o zamanlar. Uzmanlar, kuramlar ve kurumlar. Geçenlerde gördüm “kanıt” bazlı bir ebeveynlik kitabı satışa çıkmış dünyanın bir ucunda. O hesap işte. Bilimsel makaleler, şablonlar, cetveller ve kanıtlar.
Okudukça kayboldum önce.
Sonra yaralarıma güvenmem gerektiğini fark ettim. Bana iyi gelmeyen şeyler, beni yaralayan şeyler kızıma iyi gelir miydi? Tam emin değildim ama seziyordum. Gelmeyebilirdi.
Elemeye başladım okuduklarımı; davranış odaklı ve empati odaklı.
Güven diyordu bir kısmı. İzle diyordu. Süreç diyordu. Sağlık ve güvenlik dışında minimum müdahale diyordu.
Bunları hem anlıyor hem seziyordum. İyi geleceğini biliyordum ama yaşamadan gerçekten ne demek olduğunu bilemezdim.
Yazdım aklımın bir köşesine. Hatta ezberledim.
“Güven.
İzle.
Gerekmedikçe müdahale etme.
Bu bir süreç, sadece eşlik et.
Çocuğun hazır olduğu an yaptığı andır.*”
Yapması yazması kadar kolay olmadı elbette.
Tedirgindim. Güvenirsem neyle karşılaşacağımı öngöremiyordum. Bilinmezliğin içinde yürümek kolay değildi, sonucu bilmediğimde güvende hissetmiyordum. Doğru bildiklerim, sorgulamadan inandıklarım vardı. Bütün bunların içinde kırması en zor olan şey çocukluğumdan taşıdıklarım ya da sisteme, öğrenmeye, bilgiye ve insan olmaya dair son derece modern ve kültürel kodlanmışlıklarımdı. Tek bir kapı değildi güvenmek için zorladığım. Zamanla yerleşmiş çok güçlü sınırlardı.
Diyelim ki sınırlarımı aştım; sosyal kaygılarım ve beni yargılayan kötü bir iç sesim vardı. İyi bir anne olmak için yapılması gerekenler, çocuğumun tanımlanmış bir “iyi yaşam”a kavuşması için tırman(dırıl)ması gereken basamaklar ve tutturmamız gereken standartlar vardı.
Bütün bunların yanında; sonuç odaklı ve kontrolcü karakterim süreç kelimesinin anlamını içselleştiremiyor, akıştan keyif alamıyor, teslim olmak fikrinden nefret ediyordu. Kendimi yeniden eğitmekte zorlanıyordum.
Bütün bunları ancak şimdi geriye baktığımda görebiliyorum.
O zamanlar konu sadece gelişim tablosuna uygunluğu, beslenmesi, yürümesi ya da gerekli olan her şeyi bir an önce öğrenmesiydi. Bir yanım bütün bunlara ve üzerimde oluşturduğu baskıya direniyor, diğer yanım bir çocuğun içindeki iyiye ve öğrenmenin kendiliğindenliğine inan(a)mıyordu. Elimdeki bu bomboş sayfayı “gerektiği gibi(?)” doldurabilecek tek kişi bendim. Yetersizliğe delalet bu kanıya kendim ve insan için de varmış olduğum gerçeği ile henüz yüzleşmemiştim.
Altıncı ayını doldurduğunda "hala emeklemiyor" diye içimde kopan fırtınaları sakinleştirmeye çalışırken anladım; beni görsün de öğrensin diye yere düşen eşyaları emekleyerek toplasam da bir bebeğin ancak bütün kasları hazır olduğunda kendiliğinden emekleyeceğini. Yürüyeceğini, zıplayacağını, konuşacağını ve öğreneceğini.
Sonrası bir tık daha kolaydı. Onu yürütmeye çalışmamak, öğretmek istediklerime değil o sırada merak ettiği şeye, özgün tutkularına odaklanmak, onu ve bir de kendimi olduğu gibi kabul etmeye çalışmak… Çok değil, sadece bir tık.
Ek gıdaya geçerken doktorun elimize tutuşturduğu beslenme takvimine göre beslenmeyi şiddetle reddeden, kaşıkla değil kendi kendine beslenmek isteyen kızımla savaşırken hissettiğim paniği, yetersizliği ve çaresizliği “bu kadar zor olmamalı” diyerek yendiğim o günlerde anladım; bebeğimin bedenine ve ihtiyaçlarını en iyi onun bildiğine güvenmem gerektiğini. Ona sadece sağlıklı seçenekler sunup, tercihlerini yapmasına ve kendi kendini beslemesine izin vermemin ikimize de iyi geldiğini.
Sonrası daha kolaydı. Canının çektiği şeylerin o an ki ihtiyaçları olduğunu fark etmem zaman almadı. Kabız olduğunda kayısı, büyüme ataklarında protein ve kalsiyum seçtiğini fark ettiğimde kendi bedenimi de dinlemeyi öğrenmem bir tık daha kolaydı. Çocuk olmakla insan olmak arasındaki bağı kurmak… Çok değil. Sadece bir tık.
Yazması kolay.
Yapması? Yapması bir süreç.
Her gün öğrendiğim, hata yaptığım, baştan aldığım, yeniden denediğim, kendimi ve zihnimdeki kalıpları anladığım, çocuğumu tanıdığım bir süreç.
Facebook gruplarında paylaşılanları görüp, içimden benim kızım neden yapmıyor diye geçirdiğim an bir adım geri; içimdeki bu dürtüyü fark edip onu bu konuda zorlamazsam ikimiz için de iyi olacağını hatırladığımda iki adım ileri gittiğim bir süreç.
Bir reklam izlediğimde ya da bir yazı okuduğumda, bu bir insanın/çocuğun gerçekten ihtiyacı mıdır, zorunluluk mudur, alternatifi var mıdır ve bize iyi gelecek şey nedir diye her sorguladığımda beni dönüştüren bir süreç.
Ebeveynliğin benim için en sürprizli yanı belki de bu. En çok değiştireni bir de.
Sonuca ve başarıya değil, sürece, öğrenmeye ve an’a odaklanmamı sağlayanı.
Gereklilik olarak önümüze servis edilen şeylerin dışında bizi mutlu edecek, iyi gelecek çok başka alternatiflere işaret edeni.
Bu hayatta neyin mümkün olduğuna dair inancımı en temelden değiştireni ve kendimi ortaya koymak, meraklarımın peşinden gidebilmek için beni özgürleştireni.
Doğayla yeniden bağ kurmayı öğreteni…
Çocuğuma güvendikçe, kendime de güvenmeye başladım. Yapabilirliğime.
Onun kendi kendini yönlendirmesine eşlik ettikçe, kendime de izin vermeye başladım; tutkularımın izinde öğrenmek üzere.
Evet.
Her şey güvenmekle başladı.
İnsana, doğama güvenmekle.
*Magda Gerber’in bir sözü."
Şule Seda Ay
YORUMLAR