Kırmızı bir koltukta oturmuş, uzaktan! Bakıyorum hayata. Hayatın miyobu ters midir akışa bilinmez, uzaklaştıkça daha iyi görüyorum. Yaklaşmanın gözleri kamaştırdığı bir nokta var, seziyorum. Gözleri kamaştırıp, kalbi kararttığı. Ne kadar yakınsa kişi o kadar yargılıyor ve mesafeler buğuyu çözüyor.


Yargılamanın -o ayakkabıları giyip, o yolu yürümedikten sonra- ne anlamsız bir şey olduğunu kavrıyorum kırmızı koltukta. Yargıladığım/kınadığım her şeyin hayat sınavında bir bir karşıma çıkacağını anlıyorum. Ta ki o sınavı geçip, o dersi alana kadar. Belki de defalarca.


“Neden?" sorusunun yanıtının "Çünkü alacağın bir ders var", "Neden şimdi?"ninkinin "Çünkü en doğru zaman" ve "Neden yine ben?" in de "Hala o dersi almadın da ondan" olduğunu idrak ediyorum.


Sükûnetin insanı genişlettiğini, kalbini ferahlattığını, mesafenin ise yolunu aydınlattığını görüyorum. "Deneyim çok şey demek" demiştim bir zamanlar. Dediğimin arkasında duruyorum. Yine: "Deneyim olmadan konuşmak elinin kiri, deneyim parmak izin" diyorum.


Kelimeler... Çıkıveriyorlar ağızdan. Onlarcasını işittim zamanında. Büyüttüler beni. Bugünkü ben oldum. Bazı "pervasızları", ne kadar temkinli konuşmam gerektiğini öğretti, bazı "konuşmuş olmak için konuşulanları" sükûnetin kıymetini. Kelimelerin keskin olduğunu, yaraladığını öğrendim bazılarından, bazılarından da pamuklara sarabildiğini.


Uzaklaştıkça gördüm bunları. Görüntü net olunca da uzaklaşmayı sevdim. Kendimden de. Hayattan da.


Hayatın miyobuna meydan okuyup, en net görebildiğim noktayı buldum sonra. Göğsümün sol yanında, kırmızı bir koltukta.



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.