Dün birkaç satır yazayım diye klavyeye çöktüm. Bir an önce yazayım da, o gelecek, akşam ortak tanıdığımız bir arkadaşın düğününe gideceğiz diye doğru-yanlış parmaklarım harfler arasında koşuştururken ekrana dahi bakmıyordum. Sonlara yakındım ki anlaştığımız saatten bir buçuk saat önce haber vermeden, bir anda iş yerinin dış kapısından girip büroma doğru geldiğini gördüm. Elim ayağıma dolaştı. Yazdığım sayfayı ve dosyayı alelacele panik içinde kapattım. Kalktım, kapıda karşıladım. Bu taraflarda işi varmış, bitince de bana gelmiş.






“Bana gelmiş.” Ne güzel iki kelime... Konuyu saptırma. “Biz” dedi -bu daha güzel!!- “Ne yapalım, biliyor musun? Bir yerde yemek yiyelim, biraz oyalanalım, sonra düğüne gideriz, erken gitmek istemiyorum.” Fakirin istediği bir göz, Allah vermiş iki göz. “Nerede yeriz?” sorusuna cevap bulmak için telefonlarımızdan biraz araştırma yaptık ve yola çıktık. Daha önce arkadaşlarıyla gittiği bir yer seçtik. Düğün salonuna da yakın. Güzel yemek yedik. Güzel anılardan söz ettik. Biraz özele girdim, çok tepki vermeden sorularımı çok net olmasa da yanıtladı. Hesabı ödemek için ısrar etti, üstelemedim. Caddede karşıdan karşıya geçerken koluna girdim eskisi gibi. Ne güzel günlerdi…






Düğün salonuna gittik, arkadaşımız ve ailesi karşıladı, bize ayrılan masaya oturduk. Yuvarlak, büyükçe bir masaydı. On-on iki kişilik vardı. Sahneyi gören birine oturdu, sağındaki sandalyeye çantasını koydu, ben de bir sonraki sandalyeye oturdum. Çok kısa bir süre geçmişti ki çantasını soluna alıp yanında oturmamı istedi. Allahım... Rüyada mıyım? Nispeten kuvvetsiz olan sağ elimle sağ baldırımı sıktım. Rüya gibi değildi. Canım yanmadı fakat kendime geldim. Hemen yana geçtim. Diz dizeydik. Çok yüksek müzik sesinden bir şey söylemek için kulağımın dibinde bağırırken, “Bir fotoğrafımızı çekseler ne güzel olurdu…” diye düşündüm. Ne güzel anlar, dakikalar, saatler... Diye iç geçirmeye fırsat kalmadı, iş yerinden hoşlanmadığım arkadaşı, eşi ve çocuğu ile kapıdan içeri girdi. Bizim masamıza yönlendirdiler. Ben başka kimse gelmesin diye sandalye isteyen herkese almaları için izin verdim. Ta ki, biri çantanın, üç tane kalıncaya dek. Acele iki sandalye bulup getirdiler. Selam, hal hatır sonrası düğüne odaklanmanın şu andan sonra en güzeli olduğuna karar verdim.






Daha önce yazımda söz ettiğim aileydi bu. Birlikte şirket pikniğine giderken yanına oturduğu. Takımızı taktıktan sonra, çok sevdiği kına paketlerinden hepimizin yerine de avuçlayıp çantasına attı. Arabayla ineceğim yere kadar da sohbet ettik. Nazikçe yanaklarımdan öptü ve ayrıldık. Evet… Gülün de dikeni var... Dört dörtlük olmasa da güzel bir akşam geçirdim. Az önce de aradı. On üç dakika, on sekiz saniye konuştuk. Bir gün bile ayrı geçirsek, birbirimize telefonda en az on beş dakika anlatacak haberlerimiz olur. Neden böyleyiz, bilmiyorum. Allah sonumuzu hayretsin…


18.02


meserifi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.