Hayatım beş yıldızlı otellerde tatil yaparak geçmedi. Uzun yıllar orta halli, aile pansiyonlarında konaklamayı takiben, çalışıp hayatımı kazanmaya başladıktan sonra otel tatili yaptım hep. Her şey dahil, hatta ultra her şey dahil tatiller.

“Aaa ultra her şey dahil ne?”

“Elma şekeri falan.”

“Başka.”

“Kokteyller filan bedava.”

“Aaa, gidelim o zaman.”

Sanki hayatımda elma şekeri yememişim, her akşam yemekten sonra bir drink alırmışım gibi atlayıp gittim. Yiyip içip şişip döndüm. Bir zaman sonra sanki anneanne yazlığına gider gibi sıkıcı bir hal almaya başladı otel tatili. Sonra küçük oteller modasını ben de takip ettim. Oysa hiçbirine karar veren ben değildim. Başkaları yapıyordu, ben de eksik kalmıyordum.


Başımı başka türlüsüne çevirmem, paraların suyunu çektiği dönemime denk geliyor. Yok, hemen çadır kurmaya başlamadım. Önce dağ bayır yürümeye koyuldum, yürüyüşçülerin konakladığı hanlarda yatıp kalkmaya başladım. Sekiz-on kişinin aynı odada uyuduğu, ortak duş-tuvalet kullandığı yerlerde. Birkaç günlüğüne gidip, üç kuruşa şalteri indirip, sıfırlanıp evime dönüyordum. Bir dahaki seferi iple çekiyordum.


“Mademki hafta sonları yürüyerek geçiyor, başka yerlerde uyuyoruz, o zaman evi kiralayalım” fikri şu soruyu sordurttu: “Niye çadır kurmuyoruz ki?” Yanımdaki insana yabancı değildi çadır, alışması gereken bendim. Her zorluk, darlık insanın yeni hem kendinde, hem de genel olarak hayatta bir şeyler keşfetmesine sebep oluyor. Sadece oyuncağı az olan çocuk değil, kendini eğleyecek imkânı kısıtlı olan insan da daha yaratıcı.


Çadırı ilk kurduğumuz yer, bir dağın eteğindeki kasaba oldu. Bir karavanın yanında uyuduk, sabah yedide uyandık. Şanslıydık, yanımızdaki çöreklerin yanına kahve bulduk. Ancak ikinci deneyim, ilki kadar kolay olmadı. Anladım ki, etrafta dolaşan yaban tavşanı da olsa, gece karanlığında gözün görmediği kıpırtı bile tedirgin ediyor insanı. Fikir olarak çadır tamamdı da, hemen doğanın kucağına atlayacak durumda değildim. Biraz daha bilgiye, ekipmana ve tecrübeye ihtiyaç vardı.


Kamp alanlarında çadır tatillerine böyle başladım. Basit, hafif, yazlık bir çadır. Şişme yatak ile pompası. Mavi bir buzluk. Temel malzemeler bunlardı. Diğerlerini ayrıca şu yazıda sıralamaya çalıştım.


Yaklaşık bir buçuk yıldır kamp alanlarında çadır tatili yapıyoruz. Yakınlarında dağ, orman veya nehir kıyısında yürüyüş yapma imkânı olan kamp alanlarını seçiyoruz. Sabah altı-yedi civarında uyanıp kahvaltı ediyor, günü doğada geçirdikten sonra geri dönüyor, duş alıp sofraya oturuyoruz.


“Eeee, nesi acayip bunun?” Acayiplik, bir histe gizli. Bir an hissedilen, ancak birden fazla cümleyle açıklanabilecek bir histe. Bize acayip şeyler yaptıran zaten hep tanımlaması zor hisler değil mi?


Damlara serip kargalara çaldıracak çil çil altınım da olsa, sağlığım elverdiği müddetçe yaz tatillerini kamplarda, çadırlarda geçirmek istiyorum. Bana bunu söyleten hissi bir dahaki sefere anlatacağım. Güzel şeyler aceleye gelmiyor. Bu kadar acele hayatlar yaşarken, zaten gelmesin.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.