Yaşam ve ölüm arasında bir köy


“Nerden başlasam, nasıl anlatsam

Kaç kişiydik o zaman bak

Kaç kişi kaldı şimdi”


İçimde şarkının bu dizeleri dönerken oturdum bilgisayarın başına. “Kaç kişiydik o zaman bak, kaç kişi kaldı şimdi” kısmıyla sızlayan yerlerimden anlatmak istediğim şeyler var.


Bir köy. 1912’de 6500 nüfus saymışlar. Zaten o tarihten sonra da bir daha sayılamamış. Fethiye’nin kırsalında bir dağ yamacında kayalıkların üzerine kurulmuş, Rumca adıyla Karmylassos, Türkçe Kayaköy, 1920’lerin başında mübadelenin hazin izler bırakarak geçtiği yerlerden biri.


Bazı kelimeler sözlük anlamlarına ek, yaşanmışlıklardan gelen yeni anlamlar da kazanıyorlar. “Mübadele” de bunlardan biri. Sözlük anlamıyla değiş tokuş, tarihimizdeki anlamıylaysa Yunanistan Türkleri ile Türkiye Rumları’nın yer değişimi anlamına gelen kelime, her iki toplum için de yas, sızı, özlem, gurbet ve gözyaşı demek olmuş. Her iki tarafta da mübadillerin kendileri ölmüş fakat torunlar hala hayatta ve büyüklerinin yaşadıkları dramı birinci ağızdan dinlemiş olmanın hüznünü onlar da üstlerinde barındırıyor. Çok mübadil torunuyla aynı sofrada bulundum, sohbet ettim, hikayelerini okudum.


Kayaköy insanın tüylerini ürpertecek kadar hüzünlü bir etkiye sahip. Çok güzel çünkü muazzam bir doğal güzelliğin ortasında dizi dizi taş yapılarla doğaya çok uyumlu bir dokuda kurulmuş, çok hüzünlü çünkü terkedilmişliğin bıraktığı izler çok hazin. Muazzam bir hayat geçirmiş çok güzel bir kadının tüm yıpranmışlığıyla ölümüne şahit olmak gibi.


Geçtiğimiz hafta günübirlik bir geziyle uzun zamandır görmek istediğim bu köyün sokaklarında dolandım, duvarlarına dokundum, açık olmadığı için sadece dış kapısından bakılabilen kilisenin incir ağaçlarının altında dilekler diledim. Özellikle seçilmiş bir durum değildi ama tabiatın hunharca canlandığı, tüm renklerin en parlak halleriyle patladığı bu bahar ayında Kayaköy’de olmak beni çok başka hallere, hislere götürdü. Sokaklarda, evlerin aralarında dolanırken kapı önleri hatta içleri alabildiğine papatya, kekik, mercanköşk ve bilimum bahar çiçekleriyle doluydu. Muazzam bir kokuya bulanmıştı her taraf. Sanki Eleni az sonra penceresini açıp kapı önündeki kekikten bir tutam koparacak da ocaktaki yemeğine en son dokunuşu yapacak gibi. Lakin tabiat bu doğumun ilk günlerinde buram buram yaşam dolu olsa da, köy bir o kadar ölü, harabe, ıssız.


Doğum ve ölüme aynı anda şahit olduğunuzda doğum yine de galip gelen taraf oluyor. Onun enerjik büyüsüne kapılmamak pek mümkün değil. Ama bu sefer bunda insan emeği olan şeylerin de payı var. Köyün kayalık yamaca kurulmuş düzeni, taş yapıların yüzyıllık terk edilmişliğe ve yıpranmışlığa rağmenki estetik duruşu, tükenmemiş bir şeyler olduğunu söylüyor sanki ya da öyle ışıl ışıl, doğayla barışık, incir ağaçlarının, zeytinlerin bereketinde coşkulu bir yaşam sürmüşler ki yüzyıllık bu terkedilmişlik bile silememiş yaşamın izlerini.


Okuduğum en etkili mübadele romanı hiç şüphesiz Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi dörtlemesidir. O kadar ki sanırım bu konuda okuduğum son roman olarak kalacak. Çünkü o anlatımın üzerine ne okusam yavan kaldı.


Dört ciltlik bu romanda hiç unutmadığım bölümlerden biri incir ağaçlarıyla ilgili olan bölümdür. Yaşar Kemal’in bin pınarlı dağ dediği İda’nın karşısına konuşlanmış hayali Karınca Adası’nın incirleri öyle lezzetli, öyle bereketlidir ki mevsimi geldiğinde tüm ada toplanıp incir ağaçlarının olduğu bölgeye giderler. Gözün görebildiği koca bir alanda alabildiğine incir. Dört bir koldan girişirler, kimi ağacın tepesine çıkar, kimi altlardan, bir tane sırtlarındaki küfelere atıyorlarsa bir tane de mideye indirirler. “Götlerinden bal damlayan” bu incirlere dayanabilmek mümkün değildir. O kadar çok yer, o kadar çok yerler ki bütün köy incir ağaçlarına nasıl cokuştularsa, o hızda da tuvaletlere koşarlar. Yaşar Kemal’in anlatımıyla insanı inanılmaz aşka getiren bir bölümdür.


Kayaköy’ü gezerken bana bu bölümü hatırlatan da yine her evin dibinden, sokağın köşesinden, yamacın kenarından karşımıza çıkan incir ağaçları oldu. Yeni yeni muazzam bir yeşilde yaprak vermek bir yana dursun, dalların uçlarında minicik incirler bile büyütmeye başlamışlardı. Köyün bir zamanlar cıvıl cıvıl bir yaşamla dolu olduğu o günlerde gözümün önüne, tıpkı Karınca Adası’nın sakinlerinin yaşadıkları gibi sahneler geldi. Düşledim, dokundum ve yaşadım.


Uzunca bir süre Kayaköy’ün üzerimde bıraktığı etkiyi taşıyacağımı biliyorum. Düşlemekse artık bundan sonra elimde olan, içimden sadece eski günleri hayal etmek geliyor. Tüm mübadillere sevgi ve saygıyla…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Ne guzel anlatmissiniz görmeyi çok isterim teşekkür ederim
    CEVAPLA
  • Misafir Ellerine sağlık..Gitmiş görmüş gibi olduk..
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.