Limon Hanım

Merhaba, ben Limon Hanım. İsmimi de, ömrümü de dibinde büyüdüğüm limon ağacından alıyorum. İsmini anladık ama ömrün nasıl oluyor derseniz şöyle anlatayım. Babam annemi ilk, evlerinin bahçesindeki yarım asırlık dev limon ağacının altında oturup nakış işlerken görmüş. Görüş o görüş. Alın, morun, beyazın hep limon sarısına kaçtığı bir hikaye onlarınki. Ve sonra pek tabii benimki.


Babasını genç bir delikanlıyken kaybeden ailenin en büyük çocuğu babam, evlerinin arazisinde bulunan tüm narenciye ağaçlarının bakımı ve ticaretiyle yıllar yılı bizzat kendisi ilgilenmiş. Bazı işler görev ve sorumlulukla yürümez, yuvası kalp olan iş, bildiğin sevda işidir. Babamınki de o hesap. Kendisinden ufak iki erkek, bir kız kardeş aile işi olmasından sebep bir yere kadar hep yardım etmişlerse de gün gelmiş ve herkes kendisine başka şehir ve mesleklerde yeni yollar çizmiş. Babamsa hep kalbinin attığı yeri yani narenciye bahçesinin ortasında, limon ağacının hemen yamacında kurulu aile evini kendine mesken etmiş. Bir gün neredeyse çocukluğunu ve gençliğini adadığı ağaçlarından hep bir parça daha çok sevdiği limonun ona hayatının en güzel arkadaşını, karısını getireceğini bilmeden…


Annemse o köyün değil ama yine o diyarın bir evladı. Narenciye kokulu bir mis çocuk daha. Misafir geldiği köyde limon ağacının devliğiyle meşhur eve, yine o ağacın gölgesinde kurulu çay sofrasına elinde nakışı ile konuk olarak gelmiş. Aylar sonra gelin olarak gireceği evde ilk ve son konukluk…


Konuşmayı, hele hele yazmayı öğrendiğim günden beri sevda hikayeleri dinlemeye meftun bendeniz, tabi ki ilk olarak yanı başımdaki en huzurlu sevdaya dikmiştim meraklı kulaklarımı. Ne bana, ne anneme, ne ağaca, taşa, toprağa sevgisini göstermekten yüksünmeyen babamla bir gün olsun konuşmaktan çekinmedim bu sevda meselelerini. Sorardım ona “annemin en çok nesini seviyorsun baba?” Ne limon çiçeği kokusunu diye verdiği cevap sekti bir gün olsun ne de benim oyuncu sorularımı duyduğunda yüzünde beliren muzip gülümseme.


Babam böyle de annem farklı mı? “Babamın en çok neyini seviyorsun anne?” Gözlerini nakışından kaldırmadan beş saniye, önce o en çok sevdiği kokuyu düşlercesine susup sonra cevap verirdi: “Mandalin portakal kokusunu”.


İşi gücü narenciyelerle uğraşmak olan insanlar başka ne kokacaktı ki demeyin sakın. Bazı işler gönül işidir demiştim ya, işini gönlüne geçirmemiş insanların bu kokulardan zerre nasiplerini almadıklarını çok gördüm. Bir ömür aynı evde yaşayıp birbirlerinin kokusundan bihaber olanları da…


En güzel hikaye, “babamın en çok neyini seviyorsun anne?” cümlesinin terkisinde ilk sorduğum “benim adım neden Limon?” sorusunun cevabıyla gelirdi. Limon ağacının gölgesinde başlamış bir sevdanın ilk meyve tohumlarının da bu ağacın altında atılmış olduğunun kokuları gelirdi burnuma. Babam annemde o çok sevdiği limon çiçeği kokusunu en çok bileklerinden alırmış meğer. Bileğinden öpmeye doyamazdı annemi. Çocukluğumda uzunca bir süre babamın annemin bileğini öpmesi sonucu doğduğumu sanmıştım. Çocukluk işte, lekesiz masumiyet!


Bendeniz Limon Hanım’ın hikayesi böyle başlıyor işte. En sevdiğim duadır, ismin gibi yaşa. Yaşıyorum.


Ps: bu da böyle bir limonlu masal işte!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.