Ada hikayeleri, kitaplar ve bir yol hayali
Çay mı istersin, kahve mi diye soruyorum telefonda. Çayın çok güzel oluyor, sıcak bir demlik iyi giderdi diye cevap veriyor. Milyonlarca kez tekrarladığın bir hareketi yine aynı coşkuyla yapmak rutinlerini çok seven insanların işidir. Böylece en sevdiğim kırmızı çaydanlığımı ocağa sürüp çayı demliğe yerleştiriyorum. Su kaynamaya başlayıp henüz demlenmemiş çayı ısıttıkça yükselen koku… İşte işin ilk nirvanası bu. Diğeri ise elbette ki o ilk yudum. O yüzden aceleye getirmekten hiç hoşlanmam bu işleri. Güzel çay demlemek hem imtina ister hem de keyfini ilk adımından itibaren sürmek…
Koltuğunun altına yine bir dolu kitap sıkıştırmış olarak geliyor. Bir kısmı benim içinmiş. Bir süredir Girit hikayeleri topladığımı biliyor, aslında bu işi birlikte yapıyoruz sayılır. Uzun zamandır bir araya geldiğimizde üzerine en çok konuştuğumuz konu bu. Girit, Girit Türkleri, Rumlar, birlikte yaşamak, Girit mutfağı, biraz delilik, çokça hüzün… Girit bunların hepsi demek çünkü. Ama Ege’nin doğu kıyısında kalanlar için daha çok hüzün. Doğup büyüdüğü toprağı, köklerini özleyen herkeste olduğu gibi…
Önümdeki zamanda okuyacağım tüm kitapları sehpanın üzerine yerleştirdiğimi bildiğinden yeni gelenleri de yerlerine koyuyor. Benden ödünç alıp okuduğu “Kritimu, Girit’im Benim”i de getirmiş. İlk bardakla biraz üzerine sohbet ediyoruz.
Anlaştığımız ilk konu Girit’in en çok köylerini merak ettiğimiz. Hanya’yı ve Kritimu’da geçen tarihi çarşıyı da görmeyi çok istiyorum ben – izini sürmek istediğim hikayeler ve bir dibek var, o adadan bavulumda mutlaka o dibekle döneceğim – ama kitabı okurken gözümde canlanan, hayal ettiğim o ortamı bulamayacağımı biliyorum. Çünkü o güzel ada halkının bir kısmı artık orda yaşamıyor. Geride büyük bir boşluk bırakarak gitmişler. Tıpkı Ege’den giden Rumlar’ın bıraktığı gibi.
Adalar, ada insanları, kültürü, yaşam dinamikleri, yemeleri içmeleri oldum olası ilgimi çekmiştir. Ada ortamının insanları hep birbirine daha çok kenetleyen bir etkisi olduğunu hissederim. Etrafın sularla çevrilidir ve müşkülüne, iyine, kötüne, açlığına, tokluğuna hep o insanlar koşabilecektir. Kan bağından daha güçlü bir bağla, can bağıyla bağlıdır bence ada insanları.
Tüm bu coğrafyadan, Akdeniz’den, Girit’ten uzak, farklı bir coğrafya ve kültürde geçen ama yine çok sevdiğim başka bir ada hikayesi romandan da bahsedip yazıyı öyle bitireyim. Dalgaların Sesi. Japon yazar Mişima’yla beni tanıştıran ve çok etkilenmeme sebep olan romandı. Erkeklerinin balıkçılıkla, kadınlarının sünger dalgıçlığıyla geçindiği, deniz feneri, sokakları, gözetleme kulesi, tepeleri ve içinde hep umut ve iyilik barındıran hikayesiyle son zamanlarda en vurularak okuduğum romanlardan biriydi.
Bahar, o çok arzulanan Girit seyahatini getirecek mi bilemiyorum ama bunun hayaliyle para biriktirmeye çalışmak bile çok güzel. Kumbara kafası eksik olmasın ömrümüzden.
YORUMLAR