Bir mektup
Merhaba sevgilim,
Sana rengarenk begonvillerle çevrili bir bahçeden sesleniyorum. Güzelliğin sırrı varsa bir gün bu çiçeklerin arasından keşfedilecektir. Gönlüm renklerden birine hep daha çok kayıyor ama diğerleri duyup gönül koyarlar diye dillendirmeye çekiniyorum. Söylemesem de sen bilirsin gerçi, ben en çok hangi rengi severim.
Elimde bir kitap var. Şimdi sen ne zaman yok ki diyeceksin. Günlerdir sabah akşam hikayesine kapıldım gidiyorum. Benim ağaç kovuğunun gökyüzüne uzanan en üst dalında dün gece çevirdim son sayfasını. Yine bir aydede şahitti olup bitene. Ne mi oldu? İnsan gözünün görebileceği bir şey değil. Aydede anlar, sarılsan ağaç anlar, dokunduğunda köpeğin anlar, bir de belki o kadim ruhlu, göz bebeğinden kalbini okuyan o eski insanlar anlar. Sen olsan sen de anlardın. Tanışıklığımız en çok konuşmadan anlaşmaktan geliyor demiştin yıllar önce, hatırlarsın.
Üzgünüm sevgilim. Okuduğum kitapta yüz yıl öncesine ait acıların hiç değişmeden bugün de yaşanıyor olmasına çok üzgünüm. İnsanın insana ettiği hiç son bulmayacak. Tersine inandığım yıllarımı aptal bir saflık olarak hatırlıyorum şimdilerde. Ne acı! Biliyorsun, böyle hayal etmemiştik. Çocukmuşuz. Bilmiyormuşuz.
Çocuk demişken… Sana bir gün anlatmıştım en sevdiğim arkadaşlarımdan birinin on bir yaşında bir çocuk olduğunu, neden birbirimizi onca çok sevdiğimizi, paylaştıklarımızı. Şimdi çoktan çocukluktan ergenliğe evrildi ama yan yana olduğumuz o zamanların tadı hala damağımda. Böyle iki minik arkadaşım daha oldu son zamanlarda. Biri beş yaşında, gamzelerinde dünyanın bütün sevimliliğini, muzurluklarını, hırçınlıklarını saklıyor sanki. Nasıl oldu bilmiyorum ama beni de en çok o hırçınlık vurdu üstelik. Belki ben hiç hırçın olamadığım içindir. Bu kıza ileride de kimse istemediği bir şeyi yaptıramaz hissi bendeki. Sevdiklerinden sonra güveneceği en güçlü omuz bu olacaktır kuşkusuz. Nasıl şahane bir özelliktir bu.
Yedi yaşında diğeri, daha çok ben. Annesi kitaplara sarılıp uyuduğundan bahsederken tanıdıklıktan daha fazlası hissettiğim. Bir akşam keyif alacağını düşündüğüm için kütüphaneye gitme teklifimin en az onun kadar beni de mutlu edeceğini düşünmemiştim açıkçası. Merak ettiği bir sorunun cevabını senden dinlerken gözünü havalara dikip dinlediklerini hayalinde canlandırmaya çalışan, merak ve tutku dolu bir çocuk gördüğünde ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksın. Neyse ki biz de hala kaybetmedik coşkulu meraklarımızı, bilgiye olan açlığımızı.
Bazen diyorum ki bu dünyaya çocuk getirmeyi düşünen bazı insanlar, keşke getirmek istemeyenler kadar çok sevse çocukları. Çocukları değil, sadece kendi çocuğunu seven insanları gördükçe böyle düşünmeden edemiyorum. Kendi çocuğunu yüceltmek için başka bir çocuğu ezen, küçülten, onları yarış atına çeviren, sonra da bunu yapan kendisi değilmiş gibi çemkiren anne babalar… Sevimsizlik abideleri. Her insanın ayrı bir hikayesi var ve varoluşunun akışına bırakılmış bir çocuğun macerasını izlemek, Jules Verne’in serüvenlerini okumak gibi. “Okumak” ne büyük eylem, öyle değil mi? Sadece eline kitap almakla olmuyor işte.
Şu an için daha fazla yazamayacağım. Az sonra güneş doğacak, bilirsin kaçırdığım her günü eksiden sayarım. Seni meraklarından, hayallerinden, en çok da dünyayı güzel gördüğün gözlerinden öperim.
Ps: kendimi bildim bileli bilinmeyene hitap ederek yazmayı çok severim. Günlüklerim benzerleri ile doludur. Bu da öyle bir yazıydı. Ara ara devamı gelir belki.
YORUMLAR