“İnsan güzel bir projeydi, yazık oldu!”
Dört yıldır bir sahil kasabası insanı olarak size yazla ilgili sıkıntılarımdan bahsedeceğim. Yine yaklaştı ya, arada aklıma geldikçe dertleniyorum.
Sonbaharı daha çok sever oldum, yazı geride bıraktığımız için. İlkbaharı daha az sever oldum, arkasından yaz geldiği için. Doğadan gelen sıkıntılar – sıcak, nem vs. – başımla beraber. Benim derdim kalabalıklarla. Sevgisiz, hoyrat, kaba, ukala, sevimsiz, kirli kalabalıklarla…
Yaşadığım sahil kasabasında evim merkez çarşıya bisikletle beş, yürüyerek on beş, arabayla bir dakika mesafede. Evimin etrafında neyse ki hala boş alanlar, tarlalar, portakal mandalin bahçeleri var. Evler de zaten en fazla iki katlı.
On beş adım ötemdeki portakal mandalin bahçesinin içinde ben bildim bileli bir kümes var. Bahçenin sahipleri, kışın yerlere düşen mandalin portakalları gagalayan tavuklardan benim tabirimle şahane c vitaminli yumurtalar elde edip sofralarını şenlendiriyorlar.
Tanyerleri ağarmadan mahalle horozunun sesini duyabilmek, gün içinde ağaçları çapalarken, çiçekleri sularken, bir gölgeye koltuğunu atıp kah kitap okur kah kestirirken yine bizzat ihtişamlı selamını alabilmek, hayatın en has lezzetlerinden biri kanımca. Az ötemdeki bir lokanta sahibinin kayınpederi hala kasabada at tepesinde dolaşır misal ve bazı sabahlar evden çıkarken bir bakarım bahçe kapısının dibinde bitmiş otlardan nasipleniyor atları. Keza aynı şekilde her hafta sağolsun sütünün bereketinden nasiplendiğimiz inekler, sabahları karşı tarlamda otlanırlar kış boyu.
Yaz gelip de ortalık rutin halkın dışından kalabalıklarla dolana dek, böyle böyle mahallece tam kadro mutlu mesut yaşarız. Sonra buraları doğal güzellikleri yüzünden sevdiğini söyleyen kalabalıklar basar her yanı. Ağızlarından düşürmezler doğanın güzelliğini, ne kadar sevdiklerini. Derken bir gün bisikletle sokağın köşesinden tam dönerken mahalleyi belediye görevlilerinin bastığını görürüm.
Hayırdır? Nedir mevzu?
O doğada yaşamayı çok sevdiği için yazın buraya tatil yapmaya geldiğini söyleyenlerden biri portakal bahçesindeki kümesi şikayet etmiştir. Horoz efendi, çok erken öttüğü için hanımları, beyleri uyandırıyormuş meğersem. Doğada horozun ne işi var halbuki? Onlar da şikayet edivermişler hemen.
Şimdi bu vatandaşların doğaseverliği şundan ibaret: mümkünse her sabah önlerinde gezen ve doğal beslenen tavuklardan yumurta olsun ama tavuk ve horoz olmasın, kedi olmasın, köpek olmasın, böcek olmasın, denize çoluk çocuk diledikleri kadar işeyebilsinler ama deniz şırıl şırıl olsun. Velhasıl kelam, doğa dediğin manzaradan ibaret olsun.
Bu sebeplerden mutsuzlaşıp yine geldi kalabalıklar diye şikayetlenince de, siz bütün sene sefasını sürüyorsunuz, azıcık da biz sürelim diye başlarlar ses yükseltmeye. Amenna! Evim ve minik bahçem haricinde hiçbir yerin sahibi değilim. Görüp de vurulduğum börtü böcek, çayır çimen, maviler, yeşiller, koylar, kumsallar ne kadar benimse, o kadar da “onlar”ın. Lakin asıl kıymet bilene, koruyana, hükmetmeyene, sahip değil ait olana gerçekten anlamlı tüm bu güzellikler. Sayılarla işimiz yok. Yüz tane kıymet bilen, değer katan insan gelecekse bir tane kötünün yerine, yüz daha çok kabulümüzdür.
En son okuduğum Kızıla Boyalı Saçlar romanında bir şairin şu cümlesinden bahsetmişti yazar: Yaradan için insan güzel bir projeydi fakat yazık oldu. Yazın çekeceğimiz “ya sabır”ları biriktirmek için neyse ki mis kokulu bir bahar var önümüzde. Hepimize güzel geçsin.
YORUMLAR