Yüzme yarışları ve bir yağmur duası
Takvimin Şubat’ta olduğumuzu söylediği beyanını unutsam Nisan ya da Mayıs’tan sayacağım bir gün. Biraz bulut, biraz güneş, biraz rüzgar… Hepsinden biraz biraz. Kumsalın üzerindeki masalara kurulmuşuz. Bir yandan çaylar sipariş edilirken bir yandan da gözümüz deniz kenarına yığılmış neredeyse bir kasaba dolusu insanın üzerinde. İçlerinden yüzden fazlası az sonra iki saatten uzun sürecek zorlu bir yüzme yarışı için denize atlayacaklar.
Geçen cumartesi Datça, benim geçtiğimiz yıllarla kıyasladığımda çok daha başarılı olduğunu gözlemlediğim, uluslararası kış yüzme yarışlarının onuncusunu düzenledi. Bütün kasabayı Kumluk Sahili’ne yığan, cıvıl cıvıl, neşeli bir organizasyondu. Küçük yerler böyledir. Herkes birbirini tanır. Hele de böyle bütün kasabayı bir araya getiren durumlar olduğunda insanların hoş beşi, sözü, muhabbeti hiç bitmez.
İşte böyle Nisan ya da Mayıs kokan harika bir cumartesi gününde onlarca yüzücü kendini Akdeniz’in sularına bıraktı ve uzun parkurdakiler iki saatten fazla hiç durmaksızın kulaç salladı. Başta karşı komşu Symi adasından Yunanlı dostlar olmak üzere, dünyanın çeşitli ülkelerinden bir dolu sporcu konukla doluydu Datça.
O gün yüzücülerle olamasa da ertesi gün yarımadanın başka bir kıyısından biz de bıraktık kendimizi serin sulara. Takvimde Şubat yazdığını gören insanların “ay inanmıyorum” nidalarıyla süslediği bu durum, takvimi değil, havayı koklayan için gayet normal. Ezberleri yıkan bir coğrafya burası. Bazen öyle olur ki, kış baharı yavru eder kendine.
Bu sene de öyle bir kış hüküm sürüyor buralarda. Daha üstlerindeki meyveler tam bitmeden portakallar çiçek açtı, begonvillerin üstü yeni filizlerle dolu, nar ağaçları yeni sürgünlerini veriyor, papatyalar tarlaları doldurdu. Bir tek Ocak ayında yaşadığımız biraz soğuk ve yağıştı bu sene kıştan ibaret olan. Geçen yıl çamurdan giremediğimiz bahçeler bu yıl bir kez olsun o hale gelmedi. Aralık ayında bahçe suladık ki olacak iş değil. Odunlar, daha neredeyse yarısını bile tüketmeden duruyorlar öyle dizi dizi.
Takvimlerle bağımızı kopartsak da olur, bilmeyelim zamanı dedikçe ben günlerin, haftaların peşinde koşar oldum. Her gün mütemadiyen yağmur kovalıyorum. Kıyımıza kara kara bulutlarla yağmur taşıyan lodoslar, bu sene rüzgarından gayrı bir misafir getirmedi. Bu satırları yazdığım şu anda bile lodos rüzgarı, ağaç dallarını dövüyor, içerde buram buram sardunya ve iyot kokusu… Lakin bir tane yağmur bulutu yok gökyüzünde.
Datça’daki dördüncü kışım, en kurak kış olarak geçiyor tarihe. Yaşar Kemal’in Çukurova’daki karakterlerinden biri gibi olacağım yakında. Gökyüzü tanrılarından yağmur dilenip ilk düşen damlaya çanak açacağım. “Aman kuraklık olmasın da” diye belirttiğim endişelerimi, buralarda yeraltı kaynakları çok, sıkıntı olmaz diye geçiştiriyor toprağın eskileri. Dilerim öyle olsun, ekinler, ağaçlar, toprak ve tabi bizler susuz kalmayalım.
Doğa takvimi diyor ki, Mart’ın ikinci yarısına denk gelen koca karı soğuklarını da atlattık mı, bu yılın son kış yapma ihtimalini de bertaraf etmiş oluyoruz. Koca karı sesimi duyarsa, ben bu sene kendisinden soğuktan çok yağmur istiyorum. İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki…
YORUMLAR