Bavul hikayeleri
Bir kelime seçip üzerine hikaye türetmeyi çok severim. Farklı tür bir bulmaca oynamak gibidir. Bir kelimenin, hayalgücünü ne kadar doğurgan kılabildiğine şaşar insan. Bu oyunu yıllar evvel kendimle oynamaya başladığımda ilk kelimelerimden biri bavul olmuştu.
Bazı eşyaların ruhu olduğuna inanırım diye hep söylediğim bir şey vardır. Daktilolar, dolmakalemler, denizci fenerleri diye başladığım listenin ilk beşine kesinlikle bavullar da girer.
Her evin iyi kötü bir bavulu vardır muhakkak. Bavulun yeri, o evde insanların ne kadar seyahat ettiğinin ispiyoncusudur. Yola meftun insanın evinde kapıya yakın yerlerde durur bavul. Yolla işi olmayandaysa, en kıyı bucak diplerde, dolapların en tepelerinde, kapının olabildiğince uzağında... Hani bir seyahat durumu söz konusu olsa "bavulları çıkarmak" en az bavul hazırlamak kadar bir eyleme dönüşür. Yerinden son çıktığı günün üzerine bir dolu anı, eşya, zaman birikmiş, gerilerde kalmıştır.
Şimdi İstanbul'a gitmek üzere bavul hazırlarken düştü aklıma bunlar. Yolculukların hissi bile ne kadar önemli diye geçti içimden. İstanbul'a annemin geçireceği ufak bir operasyon için gidiyorum. Gidiş sebebim bir yana, İstanbul artık sevdiğim bir şehir değil. Bazen bu hissin beni soktuğu ruh halimi kendim bile abartılı buluyor ve kızıyorum. Ne oluyor yani bu kadar?
Severek alışveriş ettiği bakkal kapandığında dahi üzülen, anıları ve mekanları birbirine bağlayan biriyim. Ne İstanbul harika anılar biriktirdiğim o şehir artık, ne ben o benim. Hayatımdaki insanlar bile çok değişti.
Şimdi İstanbul vahşi ve ilkel bir düzenin içinde dönüşüyor. Bensiz. Doğduğum ev artık yok. Mahalle desen kentsel dönüşüm girdabında. İstiklal Caddesi'nden, en son iki sene evvel gittiğimde gözlerim yaşararak çıkmıştım. Sinemaların, tiyatroların üzerinden buldozerle geçtiler. Beni mutlu eden İstanbul'dan geriye çok az şey kaldı. Sahi duruyor mu acaba hala Kadıköy'de sevdiğim iki üç kitapçım? Bu silinişe şahit olmak üzüyor çok insanı. Uzaktayken geri gelip şahit olmak daha can yakıcı üstelik. Her şey gözünüze daha bariz çarpıyor.
Bir bavul hikayesi de bu yolculuk sonrasında yazarım belki. Son gün evime dönmek için yola koyulmadan önce, bavulumla Kadıköy'ün sevdiğim sokaklarında bir iki saat dolaşmak gibi bir hayalim var. En fazla bir kahve içer, birkaç kitapçıya girer çıkarız. Mekanlar duruyorsa ne âlâ. Zamanın değmediği birkaç yer yakalamak mümkün olur belki.
Bavulumun hafızası alışık değil kuzeyin havasına. İstanbul'a yabancı. Belki de döndükten sonra der ki, İstanbul'u bir de benim gözümden görmeye çalış bakalım, içime attıklarına bakıp yeniden sevmeyi deneyebilirsin belki. Ve ben de böylece bir şehri artık yok olan şeyleriyle değil, ordan isteyerek bavuluma koyduğum anıların varlığıyla yeniden sevebilirim. Satıcısıyla söyleşerek alınmış kitaplar, birkaç fotoğraf, en sevdiğim kahveciden taze çekilmiş iki poşet kahve (ne güzel kokar ama o bavul), defter, defter, defter, kalem, kalem, kalem, güneyin iklimine alışmış olmak ve biraz da genetik olarak yaka bağır açık dolaşmaktan üşüyüp alacağım atkı/eldiven/bere...
Hala yeni yıldan dilek dileme hakkımızı kaybetmediysek bavul hikayelerimiz çok olsun da dileyeyim. Öğreten, merak ettiren, keşfettiren bavul hikayeleri...
YORUMLAR