Posta kutusu
Dokuz ay kadar önce taşındığım evime ilk aldığım eşyalardan biri marin desenli mavi kilimim, diğeri de posta kutumdu. İlki, kökleri toprakta ruhu denizde olan bir ev kurmak istememden, ikincisi de yıllar yıllar boyu bahçe kapısını açmadan önce posta kutusunu kontrol edeceğim bir ev hayali kurmuş olmamdandı. Mektup yazanı, kart atanı bol bir insan olmanın verdiği özgüvenle tam istediğim gibi olmasa da uygun bir posta kutusu almış ve hemen yerine monte etmiştik.
Bu süre içinde kartlar geldi, mektuplar gitti, benim posta trafiği hiç durmadı ama gelin görün ki posta kutumun da anahtarı bir kez olsun dönmedi. Neden mi? Taa eski evimden beri beni tanıyan postacı abim sağolsun! Ömründe ya hiç posta kutusu görmemiş ya da… “Ya da”sını ben de bilmiyorum aslında. Bir keresinde yakaladım, bak dedim, bu posta kutusunu senin için aldım, içeri girmeye uğraşma, at içine rahat rahat. “Kendimi düşünüyorsam namerdim, hepsi senin için” damarından girersem ikna ederim belki dedim ama karşılıklı kafa sallaşmış olmamıza rağmen edememişim. O her seferinde beni evde bulma sevdasına içeri girip kapıyı çalmaya devam…
Meğer ben posta kutusunun işlevini yanlış belirlemişim. O, mektupların, kartların değil, lavanta tohumlarının, kabak fidelerinin bekleşme kutusu olacakmış. Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi dörtlemesini yeniden okuduğumdan beri, hiç niyetim yokken sebze bahçesine kabak ekmeye de niyetlendim bu yıl. Sebzesinde de değil üstelik gözüm, çiçeğinde. Yaşar Kemal’in Karınca Adalı Rum Lena Ana’nın ve Giritli Türkler’in kabak çiçeğinden dolma yapışlarını, sabahın ilk ışıklarında çiçekler henüz taze iken pür dikkat toplayışlarını, ilk lokmayı ağzına atanın damağında yaşanan lezzet patlamasını öyle bir anlatışı vardı ki çiçekleri bahçesinden toplayıp mutfağa koşmanın sevdasına özenip mutlaka ben de ekeceğim demiştim.
Böyle durumlarda müracaat ettiğim sevdiğim bir abim vardır köylerden birinden. Durumu, roman kahramanlarının detaylarına varana kadar anlattım kendisine. Tabi o ne Lena Ana’yla ne de Giritli hatunlarla ilgilendi. Kabak fidesi mi istiyorsun sen şimdi? Evet abicim, bunca laf bunun içindi. Tamam ama daha çok çiçeği için istiyorsan sana balkabağı fidesi getireyim ben, en güzel çiçek onlarda olur; diğer kabağın çiçeği hem çabuk söner, hem de miniciktir. Güzel bir bilgi daha öğrendik mi üstüne!
Geçen günlerde aradı, fideleri getirdim evde yoksun diye. Tamam dedim, sen bahçeye uygun bulduğun bir yere koy, ben gelir gelmez ekerim. Eve bir geldim ki benim posta kutusu kabak fidelerine mesken olmuş. Çok rüzgar olduğundan hem korunsunlar hem de diplerinin ıslaklığı kurumasın diye torbasıyla sıkıştırıvermiş. Bir de yine posta kutusunda bir kese, daha açmadan içinde lavanta tohumu olduğunu anladım. Yine bahsetmiştim fi tarihinde lavantayı ne kadar sevdiğimden. Unutmamış, tohumları eline geçince bir avuç da bana getirmiş. Birkaç gün sonra arkadaşımdan aldığım İda Dağı’nda yazılmış bir mektubun içinden de lavanta tohumları çıkınca tam bir lavantalı sürprizler kuşağı yaşandı bünyede.
Şimdi gözüm yollarda. Şu bizim postacıyı bir yakalasam da sitemli sitemli anlatsam, hayaller posta, hayatlar fide kutusu…
YORUMLAR