Çatı katı artık yok ama ruhu hep bâki!
İki haftadır erteliyorum bu yazıyı. Hani bir rüzgar eser, madalyonun güleç tarafı yüzünü döner, ben de şöyle dudağını aşağı doğru bükmüş bir yazıdansa gülümsemesi bol kepçe bir yazı yazarım belki diye. Ama sanırım bu madalyonun sadece tek bir yüzü var – hüzün – ve ben boşa bekliyorum.
HT Hayat’a yazdığım ilk yazım “Çatı katından bildiriyorum” hem bu sayfanın adı olan “Çatı katı”nı seçiş nedenimi hem de bir süredir dünyaya baktığım pencereyi anlatan şu cümleleri barındırıyordu:
“Bir çatı katından bakıyorum dünyaya bir buçuk senedir. Ege’nin en güney ucundaki bu coğrafyada bulutların balkona inanılmaz derecedeki yakın geçişlerinden, gökyüzünün yere daha yakın olduğuna neredeyse yemin edebileceğim bir çatı katından…
Balkonunda oturup kitap okurken sayfanın arasından geçen bulutları ayraç yapabildiğin; dolunaylı gecelerde balkonda oturmuş film izlerken ayın kendisine de bir bilet ısmarladığın; kışı sert geçmeyen bu ilkimin serin gecelerinde ocaktan hiç inmeyen çaydanlığın buharıyla elli metrekarelik evi ısıtabildiğin; gelen dostların, misafirlerin, konforlu, geniş, rahat odalara değil, salonda yan yana dizilmiş çek-yatlara, balkona atılmış, yıldızların altındaki açılır kapanır yataklara evet demek zorunda kaldıkları; çatıkatını çatıkatı yapan eğimli tavanlar yüzünden, özellikle de ilk zamanlar onlarca beyin hücreni öldürdüğün; yine aynı sebepten, hep boyundan bile ufak dolaplara sığmak zorunda kaldığın; kitaplarını duvardan duvara kocaman kitaplıklara değil, üst üste üst üste masaların üzerine dizdiğin; sadece üçüncü katta olsan da yeryüzüne hep bulutların mesafesinden bakar gibi hissettiğin bir yaşam tarzı…”
Ne kadar güzel cümlelerim varmış yaşadığım yere dair. Bir zamanlar virgülüne kadar hissettiğim bu duygulara, şimdi eski bir tanıdığa bakar gibi bakıyorum. Methiyeler düzdüğüm o çatı katının balkonu dahil her noktası az daha yaşarsam klostrofobi sahibi olma nedenim olacak. O güzel duyguları hissettiren de yaşadığım ilk dokuz aydı, şu an arkama bile bakmadan kaçmak istememin sebebi de son dokuz-on ay.
Yaşadığın her yer birlikte yaşadığın insanlarla ve biriktirdiğin anılarla güzelleşip anlam kazanıyor. O çatı katını anlamlı kılan benim bakış açım kadar her günümüzü parlatan, çatı katı komşum şahane bir kadındı. Bir önceki yazıda hayran olduğumu söylediğim o Datça kadınlarından biri… Acı bir süreçle, çok vakitsiz terketti bu dünyayı. İncecik duvarlar, doğru dürüst kilidi bile olmayan kapılar, teraslar arasındaki birkaç kırmızı tuğlayı yok farzedip balkondan balkona bir gün çay bir gün rakı sohbetleri ettiğimiz çatı katı kardeşliğiydi bir nevi bizimki. Ufaklığı, bana ait olmayan eşyaları vs. yüzünden zaten bir gün bitecekti bu hikaye ama böyle arkama bile bakmadan kaçmak istemek… Bu eve ilk girdiğim günkü coşkumu hatırlayınca… Hayat garip!
Herkesin yeni başlangıçlara ihtiyacı vardır zaman zaman. Çatı katı hikayesi, artık bahçesi de olan bir ‘gezegen’den devam edecek maceralarını bildirmeye. Yeryüzüne hep bulutların hizasından bakabilmekti biraz da çatı katı ruhu benim için. Ona bir de toprağın bereketini ekleme vaktidir şimdi!
YORUMLAR