Bir şiddet meselesi
Sosyal medyada bugünlerde dikkat çeken bir akım var. Biz kadınlar, kadın arkadaşlarımızdan gelen Challenge davetini sosyal medya hesaplarımızda #Challengeaccepted diyerek kabul ediyor ve #kadınaşiddetehayır diye haykırmamıza sebep olan kim bilir kaçıncı kadın cinayetinin aslında önlenebilir olduğunu hatırlatmak için, oldukça caydırıcı ve işe yarar özellikte bir hukuki adım olan İstanbul Sözleşmesi’nin gerçek anlamda uygulanması yönünde talebimizi #İstanbulsözleşmesiniuygula ve #İstanbulsözleşmesiyaşatır diyerek ortaya koyuyor, konuya kim bilir kaçıncı defa dikkat çekiyoruz. Arada sırada değil, her gün bir kadın cinayetinin yaşandığı, kadınların her gün şiddet gördüğü, bunların kamuoyunun dikkatini çeşitli sebeplerle az veya çok çektiği, sadece kadına değil her türlü şiddetin toplum ruh sağlığı meselesi olarak acil çözüm ve uzun soluklu çalışmalar gerektirdiği Türkiye’de…
En başta kullandığım “Biz kadınlar” ifadem sizi rahatsız etti mi? Beni etti.
Ben, cinsiyetim üzerinden “biz” ve “onlar” olmak istemiyorum. Kadın-erkek kimliklerini ancak birbirini tamamlayan, bütünleyen, birbirine destek olan yerden, gerektiği kadar kullanmak istiyorum.
Ben, bir cinsiyet kimliği olarak kadın kimliği ile hayatımın her anında güçlü olmak, güçlü olmak zorunda kalmak istemiyorum. Bu, insan doğasına aykırı. Erkeğin de her zaman güçlü olması gerektiği yanılgısını, dünyada böyle hisseden milyonlarca erkek kardeşimi konuşmak istiyorum. Meselenin güç, erk, iktidar olmadığını, bunu kabul edip yola el ele devam etmeyi, insanlığın bu kabulün eşiğinden geçmeye ihtiyacı olduğunu konuşmak istiyorum.
Her gün güçlü olmak istemiyorum ama özellikle de son birkaç neslin kadınları buna adeta mecbur kaldı. Hayatımda olan veya tanımadığım diğer erkeklerin de her daim güçlü olmasını istemiyorum. Tek bir ihtiyacı beslemek daima diğer ihtiyaçlarla ilişkili dengeyi bozar. İhtiyacın psikolojik kökenine inme gereği artık toplum ruh sağlığı meselesi. Yıllara dayalı geniş çaplı çalışmalar gerekiyor. Bilinçli bir yerden bakan bizler ise bireysel olarak elimizden geleni yapma konusunda epey yol aldık. Ancak yolumuz uzun.
Ben, bu dünyada bu zaman diliminde doğmuş bir insan olarak dengeyi öğrenmek istiyorum. Ruhsal-bedensel dengeyi her gün çalışmak, bunu tüm insanlarla birlikte, birbirinden öğrenerek ve ilham alarak yapmak istiyorum.
Bu zaman diliminde doğmuş bir kadın olarak uzunca bir süre güçlü davranmak, “erk” ruhuna uyumlu hareket etmek zorunda kalmış olabilirim. İnsanlığın dengeye gelmesi için bir süre daha sesimi yüksek çıkarmak zorunda olabilirim. Bir süre daha “Biz kadınlar” demek zorunda kalabilirim. Yumuşak bir yerden konuşmak yetmiyorsa daha fazla görünür hale gelebilirim. Ben sorunların kaynağı değil, dengeleyicisi rolünde isem, yangının üzerine sel olabilirim.
Ben, insan halimle, ihtiyacım olduğunda gücümü bulmayı bilmek istiyorum. Bunun için gerektiğinde içimdeki veya dışımdaki kadından, içimdeki veya dışımdaki erkekten yardım almak ve bunda sakınca görmemek istiyorum. Bunu bir acizlikle, utanarak değil, o kararı bizzat vererek yapmak istiyorum. Kendi gücümü nasıl kazanacağımı bilmek ve yol-yönteme kendim karar verebilecek donanım ve desteğe sahip olmak istiyorum. Hayatın doğal akışı içinde zaman zaman güçten düştüğümde bunu fark edebilecek halde olmayı, dengeye getirebilecek özgürlüğe doğal olarak sahip olmayı istiyorum. Bu özgürlük içinde olduğumda içsel dinamomu çalıştıracak özgünlüğümü kaybetmeden, bunun için diğer kadınlardan ve aslında yaşamın tümünden alacağım desteği zorunluluktan değil, yaşamın doğası gereği almak, keyif veren bir yerden almak istiyorum. Mesele bir sistem meselesi…
Ben, Simone de Beauvoir’ın bana gençlik döneminde fark ettirdiği ancak yakın çevrem yönünden şanslı olsam da içinde yaşadığım düzen içinde sıyrılmanın çok güç olduğu “ikinci cins” olma konumunu reddediyorum ve kendimi erkeğe göre tanımlanmaya değil, insan olarak yaratılmış halimle var olmaya adıyorum.
Kadınlık kimliğinin bir mücadele sebebi olduğu bir dünya değil, tüm kimliklerin eşit bir yerden görüldüğü ve günlük yaşam içinde eriyip gittiği, ancak iş birliği söz konusu olduğunda bilinçli ve faydalı bir yerden su yüzüne çıkarıldığı bir dünya istiyorum.
Ben artık “Biz kadınlar” veya “Siz erkekler” ifadelerini sadece birleştirici, birbirini destekleyici özellikleri konuşurken kullanmak istiyorum.
En baştan başlamak gerektiğini hissediyorum. Kadın-erkek hikâyeyi en baştan yazacağız. Ancak ilginç olan şu ki, herkes bir miktar da kendi başladığı yerden ilerleyecek. İlerleme düz bir çizgide gitmeyecek. Zaman zaman bir sarmalda gibi hissedeceğiz ama insanlık olarak dengeyi öğrenmek için kadın-erkek birlikte çalışmak zorundayız. Kadınların birçoğu üzerine düşeni yapıyor. Sıra bir avuç erkeğin dışındaki tüm diğer erkeklerde. Bunu öğrenmemiz nesiller sürse de kendi neslim adına üzerime düşeni yapmaya niyet ediyorum. Bu aralar her zaman olduğundan daha fazla ses çıkarmak, harekete geçmek gerekiyor.
Her birimizin gözlerini kapatıp kendine “Güç nedir?” diye sorması, hikâyeyi baştan yazmak için bir ilk adım olabilir. Güç tanımını gerekirse ateşe verip küllerini toprağa ve havaya karıştırırız. Sonra yağmur olur, o toprağı yeşertir, birkaç nesil sonraya yeni bir orman bırakırız.
YORUMLAR