Duygusal ilkyardım

Öğle aralarında arasıra kaçtığım, şehrin bu tarafındaki nadir ağaçlık, esintili çay bahçesinde oturuyorum. Nam-ı diğer Gezi Parkı. Tam yanımdaki masada küçük bir kız çocuğu, karşıt maddeyi keşfin heyecanındaymış gibi, sandalye boşluğundan kendini sallandırmaya çalışıyor. Denemelerden birinde çenesini masaya çarpınca, annesi henüz sarılıp, koynuna basmadan hissettiği suçluluğu kendinen uzaklaştırmak için sesi arttırırmışcasına yüksek sesle:


(Önce empati gösteremeyen zihnim gitti küçük kızla eşleşti. Parantez içindekiler onun sesi)

Ama kaç kere dedim tatlı kızım...

(kaç kere demen, neyi dediğini değiştirmiyor tatlı annecim. )


Tamam tamam acımadı...

(benim çenemin ne kadar acıdığını nerden bilebilirsin?)


Bu kadar da ağlıycak bişey yok ki...

(senin için yok, galiba bu acı hiç bitmeyecek ve çok kocaman)


Hadi bakalım, bak güzel kızlar ağlamaz, çok çirkin olursun sonra...

(ne olur çirkin olursam, sevilmez miyim?)


Herkes “aaaa bu kız nasıl da ağlıyor bebek gibi” diyor...

(bebek gibi mi? Bebeğim zaten? Bir dakika kötü bişey miydi bu?)


İstersen hadi gel bir çikolata alalım...

(büyüdüğümde elimde her çikolata gördüğünde, hüzünlerimi yiyerek bastırdığım için gereksiz kiloları taşıdığımda bu anları birlikte hatırlayalım annecim)


Sonra zihnimi çocuktan çıkartan annenin mimikleriyle buluşunca, aynı histe olduğum bir sürü an geldi aklıma. Aynı cümlelerden, arasıra seyrelterek de olsa söylerken yakalıyorum kendimi. Genellikle kaçtığım, çocuğuna iyi bakamayan anne olma ile yargılanma hissi, yargılayanın başkası olmasına gerek bile yok üstelik! Ağlaması, aç olması, hasta olması, arkadaşları arasında yer bulamaması... Herkeste ayrı bir çıkış noktası olması mümkün. Bazı anneler, çocukları yemek yemediğinde aynı ızdırabı yaşarken, başka bir anne çocuğun kendi sınırlarını test etmek için girdiği arkadaşlık ilişkisini “akran zorbalığı” seviyesinde tanımlayarak geriliyor.


Anneyle çocuk acısını taşıyamama ve bunu dış bir araçla regüle etmeye çalışırken, acaba tetiklenmediğimizde neler yapabiliriz diye düşünmeye başladım. Peter Levine’in kitabında bununla ilgili çok güzel duygusal ilk yardım önerileri var. Fiziksel bir acıdan veya travmaya dönüşmüş bir olay yaşamadan büyümek, çocuk büyütmek olanaksız. Ama iyi haber, bunları deneyim olarak olumluya çevirme şansı, tam da o krizlerin içinde. Yapılan araştırmalar, her travmanın herkeste aynı etkiyi yaratmadığını, çevreden alınan desteklerle bazen nerdeyse iz bırakmadan atlatılabildiğini gösteriyor.


Peki çocuklarımıza nasıl duygusal ilk yardım yapabiliriz?


Çocuğumuzun yaşadığı acının, bizim dünyamızdaki oranına bakmadan yapılacak ilk yardımın birinci adımı; sarılmak, “...canın yandı...” diyerek, derecelendirmeden belki küçük bir duygusal pansuman yapmak yaraya.


İlacı küçük bir öpücükse konduruverdikten sonra, “ihtiyacın olduğu kadar ağlayabilirsin...” demek, sırtını sıvazlarken gözbebeklerinin travmanın büyüklüğüne göre donuk mu, canlı mı olduğunu kontrol etmek, benzinin soluk, nefesinin kesik kesik olduğunu farkediyorsanız, dinlemeye teşvik etmek duygusal ilk yardımın adımları. Bunlar hala şokta olduğunu, kendisi farketmese bile dinlenmeye, desteğe ihtiyaç duyduğunu ileten göstergeler. O anlarda içimizden gelen, “biliyor musun benim de bir keresinde...ooooooo oo bu ne ki, sen bir de benim yaramı görseydin” diyen sese, “sen de çok kötü düşmüşsün ama bunu sonra konuşalım, tamam mı?” diyerek küçük bir makas almak da fena olmaz sanırım.

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.