Tolerans aynası

Sosyal medyada çokça denk geliyorum bu aralar "her gün karşılaştığında işçiye selam vermeyen kokoş abla, şimdi mi sahip çıkıyorsun, ağlıyorsun işçi kardeşine" , "Gezi'ye herkes gittiği için giden beyaz yakalı, şimdi silah görünce evlere diyor, tatlı su sosyalistleri sizi..."



Galiba etiketleme, ayrıştırarak özümseme en temel dürtülerimizden.


Beraber olmadıkça, bir olmadıkça bir gıdım ilerleyemediğimizi, incecik dal parçasıyken gelenin kırdığını, gidenin tekmelediğini görmüşken bu ufacık gruplara ayrılmanın kime ne faydası var?



"Plaza eylemcisi"ni, "kokoş abla"yı, "tatlı su sosyalisti"ni ayrıştırır hor görürken tam olarak karşımızda addettiğimiz gruptan farklı ne yapmış oluyoruz?



Bu herkesin alnına yapıştırdığımız etiketler nerde dağıtılıyor sahi?



Twitter akışta gördüğüm, Gezi'nin sesi olmuş insanlar, gruplar, fenomenlerde bolca rastlıyorum bu ara etiketleyip dosyalama hallerine.



Bu kadar hoşgörüsüz, katı olma nerden kaynak buluyor diye düşünüyorum. Çevremde en basit ilişkilerden, siyasetçilere kadar her yerde şefkatsiz ilişkiler. Esneme payları o kadar az ki, en ufak bir gerilimde çatırdıyor.



Düşünce tonlarındaki ufak bir nüans reddetmeyi getiriyor. "Evet sen de siyahsın ama icinde 0,0001 oranında beyaz var ve buna hiç tahammülüm yok." Acaba bize vaktiyle gösterilen toleransın düşüklüğünden mi kaynaklanıyor?


Yine dönüp dolaşıp, anne-baba sağlıklı bağlanmaya geliyorum. Belirli bir kalıpta olmadığında cezalandırılma, yok sayılma, onaylanmama, sevilmeme deneyimleri yaşayan küçük bizler mi büyüyünce bu kadar sert formlara dönüşüyoruz?



Okuduğum her sert tweet, köşe yazısı, ayrıştırıcı her yorum dönüp kendimi "acaba farketmeden aynı şeyi yaptığım hangi anlar var" diye sorgulamama sebep oluyor. Aslında kalemini sevdiğim insanların aynı gün içinde hem hümanist hem sosyopat hallerini görmek ne kadar üzücü. Ve kabul etmem gereken bir şey var ki, bu dünyada yazdıkları gibi hissetmeyen, ne ailesine ne yakınlarına karşı dışarıya yansıttığı gibi olamayan çok kişi var. Belki de olmak istediği kişi gibi yazmaya başlamak da bir adımdır.



>



Bu beni biraz da ebeveyn-çocuk ilişkisine getiriyor. Çocuklarımızın keşfetmesine ne kadar tahammüllüyüz? Elitisit örneklere gitmesin aklımız hemen, kastettiğim mesela üşümesine ne kadar müsade edebiliriz? Üşüdüğünü, acıktığını, onun için tehlike yaratmayacak haller sınırındayken, bedenini, duygularını keşfetmesine ne kadar limitimiz var?


Bir anne olarak, "üşüdüğün zaman giymen icin yanımızda hırka var gelip alabilirsin” dedikten sonra, bedenindeki farklılıkları (tüylerinin diken diken olması, soğuğun teninde yaptığı değişim…) gözlemleyip, "üşüdüm, hırkamı alabilir miyim" dediğinde içimden : "evet üşüdüğünü farketmek icin bana ihtiyaç duymamana bayılıyorum” diyorum.


Benim anne olarak rolüm senin hayatı deneyimlemekte yanında rehber olmak. Senin adına üşümek, senin adına acıkmak, çişi gelmek değil.


"Acıktık mı?” “Çişimiz geldi..." İyelik eklerinin karışması, dildeki karışma basit bir sürçmeden ziyade, içerde karışan sınırların alarmı gibi geliyor bana hep.


>



Çocuğumu koruduğumu, haklarını savunduğumu, onun için tasarladığım ve iyi olduğunu düşündüğüm gelecek gerçekten aslında onun için mi iyi yoksa içimde tam olarak bütünleşmediğim kendimle mi ilgili tüm bu talepler?


Çok hırçın ve uzlaşmadan uzak, yüksek frekanslı bir tonu olan çoğu cümle, bana duygunun kaynağının daha derinlerde olduğunu düşündürüyor. Bu yüzeysel bir duygu değil daha derin katmanları ve tetikleyicileri var, dikkatli ol diyorum kendime.


Tolerans aynasına bir bakıp, gerçek kalıpları, ikirciklikleri, günlük hayatta yaptığımız çifte standart anlarını görme alıştırması yapmak lazım biraz. Empati dediğimiz şey de burdan sonra gelişir belki, bir umut…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.