Çocukları hayata hazırlamak
Bu aralar anne babalardan çokça “çocuklarından” güç aldıklarını, onlarla yaşama tutunduklarını, onlarla birlikteyken gündemi, acıları, sıkıntıları bir an için de olsa unuttuklarını duyuyorum. Bizimki gibi bir coğrafyada yaşayınca malum duyguların 2 gün için bile olsa stabilleşmesi mümkün olmuyor. Aksiyonu, adrenali bol bir bölgede öfkeden üzüntüye, şaşkınlıktan hayal kırıklığına, umutsuzluktan çaresizliğe geniş bir duygu aralığında savrulmamanın tek yolu hiçbir şeyin “farkında” olmamak yanılsaması gibi görünüyor.
Tabii çocuklardan güç alırken bir de onları korumaya ve “güçlü” tutmaya çalışmak var ebeveyn sorumluluğu olarak. Kimi ebeveynler şiddet içerikli bir görüntü görmesin, kimisi olumsuz bir şey duymasın, kimisi de yetişkinlerdeki tedirginliği, korkuyu, karamsarlığı hissetmesin diye çabalıyor. Yetişkin olmak çok daha zor bugünlerde...
Pek çok meslektaşım terör nedeniyle yaşanan travmatik olaylarda çocuklara nasıl açıklamalar yapılması gerektiği, çocukların nasıl etkilendiği ile ilgili uzman görüşlerini paylaştılar. Hemen hepsinde çocuklarla korku, endişe gibi duygularını geçiştirmeden, gerçekten zaman ayırarak konuşmanın, birlikte vakit geçirmeye özen göstermenin, sorularına yaşlarına uygun ve onları daha fazla endişe, üzüntüye sevk etmeyecek ya da düşmanlık ve şiddet ile ilgili duygu ve düşünceler aşılamayacak cevaplar vermenin ve onları güvende tutmak için düşündükleriniz ve yaptıklarınızdan bahsetmenin gerekliliğini vurguluyorlar. Okumanızı öneririm.[i]
Kuşkusuz böyle zamanlarda ve herhangi bir travmatik durumda çocuklarımızı korumak, bilgilendirmek ve iyi olmalarını sağlamak adına bunları yapmalıyız. Peki henüz hiçbir kötü şey olmamışken, bir çocuk hayata nasıl hazırlanmalıdır? Bir çocuğun nasıl tekrar ve tekrar gücünü kendi içinde bulan, varolan tüm canlılarla duyarlı bir ortak yaşamı sürdüren, evrensel değerler üzerinden yaşamı anlama ve yorumlamabecerisine sahip bir insan olması desteklenebilir? Kocaman bir soru olup, insanın karmaşık yapısı ve etkili değişkenlerin fazlalığı dikkate alındığında pek çok konuya gönderme yapsa da kendi baktığım yerden bir kaç başlığı vurgulamayı gerekli görüyorum.
Buna göre bugün olduğumuz kişi olmamızda herkesin ve her şeyin ama en çok da çocuk halimizin etkisi büyüktür. M.Montessori’nin dediği gibi “Yetişkin insanın inşa ustası ve meydana getiricisi çocuktur, çocuk insanlığın babasıdır”. Dolayısıyla bir kişinin gücünü kendi içinde bulan, ortak yaşam duyarlılığına, evrensel değerlere sahip biri olmasının yolunu ararken çocukluk deneyimden başlayarak iz sürmek tarafındayım. Çocuğun dış etkenlerden bağımsız barışçıl ve dengeli bir iç dünya kurmasında ve dolayısıyla her ne koşulda olursa olsun kendinde “devam edebilme” gücü ve cesareti bulmasında ebeveynlere ise birkaç temel rol düştüğünü düşünüyorum:
- Çocukların ihtiyaçlarının “uygun şekilde” karşılanması,
- Çocuğun yaşam sevincinden beslenen bir varoluşsal mutluluk deneyimlemesine destek olunması,
- Çocuğun gelişimine uygun sorumluluklar almasının desteklenmesi.
İhtiyaçların uygun şekilde karşılanması
- Ebeveynlerin çocukların gelişimsel ihtiyaçlarını bilmeleri
Ebeveynlik deneyiminde en çok “çocuk gelişimi” bilgisinin besleyici olduğunu düşünürüm. Bir çocuğun gelişim sürecinde yaşadığı değişim ve dönüşümün, kritik dönemlerin ve gelişimsel ihtiyaçların bilinmesi çocuğu anlama ve uygun çevre koşullarını oluşturmada yol gösterici olmaktadır.Dünyanın hemen her yerinde insan yavrusunun büyüme sürecinde birkaç temel ihtiyacı vardır. Bunlar güvenli bağlanma (güvenlik, sevgi, stabilite, bakım ve kabul görme), özerkleşme, kendiliğindenlik, oyun, hareket özgürlüğü, duyguların ve gereksinimlerin ifadesi, yeterlilik hissi, kimlik algısı ve gerçekçi limitler ile kurulan özdenetimdir.
- Ebeveynlerin bebeğin/çocuğun ihtiyaçları ile kendi ihtiyaçları arasındaki ayrımı yapabilmeleri
Psikanalist D.W. Winnicott bebeğin dünyaya geldiğinde henüz bütünleşmemiş, farklı ihtiyaçlar ve arzuların spontan olarak ortaya çıkması ve onların karşılanması ile süregiden bir varoluş içerisinde olduğunu söyler. Bu süreçte yaşanan deneyimler, kendiliğin çekirdeklerini oluşturmakta ve kendiliğin bütünleşmesi, gelişmesi temel bakım veren (sıklıkla anne) ile ilişki içinde, onun sağladığı "kucaklayıcı çevre" içinde gerçekleşmektedir. Burada bakım verenin kritik rolü, kendi ilgi ve ihtiyaçlarını geriye çekerek, bebeğin ihtiyaçlarına odaklanması ve ona eş duyumlu yanıtlar vermesi yanionun neye ihtiyacı olduğunu hissetmesidir. Temel bakım verenin yaşamın bu ilk yıllarında bebeğin ihtiyaçlarını anlayan ve cevaplayan hali, bebeğe kendini her türlü tatminin kaynağı ve mutlak denetim ve kontrol sahibi olarak hissetmeyi getirir. Bu tam bir "tümgüçlülük" deneyimidir. Yetişkin yaşamda dış dünyanın güçlükleri ile mücadele edebilmede hissedilen kendine güven duygusunun temelleri böyle bir çocuksu tümgüçlülük deneyimi ile açıklanır.
Çocuğun iç dünyası olgunlaşıp, tutarlı bir kendilik gelişimini takip eden dönemde ise annenin diğer kritik rolü devreye girmelidir: çocuğun ihtiyaçlarına dereceli bir şekilde duyarsızlaşarak çocuğun tümgüçlülük yanılsamasından gerçeklik duygusuna geçişine, dış dünyanın varlığını kabulüne imkân sağlamak. Anne bunun için yavaş yavaş kendi öznel ilgi ve ihtiyaçlarına yönelerek, çocuğa dereceli bir yetersizlikle cevap verir (bizim bugün ebeveyn-çocuk ayrışmasında gördüğümüz zorlukların pek çoğu bu aşamada yaşanan ihtiyaçların karışması ile ilişkilidir). Çocuk böylece engellenmelerle baş etmeyi öğrenirken kendi doyumunu yaratanın istek ve davranışları değil, annenin tepki vermedeki duyarlılığı olduğunu fark etmeye başlar. Bu öylesine müthiş bir farkındalıktır ki dünyanın bir değil birçok öznellikten oluştuğu, arzunun doyumu için sadece ifadesinin yetmediği diğerleri tarafından anlaşılmasına da ihtiyaç olduğu farkındalığına kadar uzanır. Çocuk bu farkındalık ile dış dünyanın varlığı, onun gerekleri, zorlukları, zorunluluklarına yönelik bir anlayış da geliştirir. Burada önemli olan bu yanılsamanın kırılmasının uygun zaman ve dozda sağlanmasının gerektiğidir.[ii]
- Ebeveynlerin ihtiyaçlar ve istekler arasındaki ayrımı yaparak, ihtiyaçları karşılamaya devam ederken isteklere sınır getirebilmeleri
Çünkü çocukların en önemli ihtiyaçlarından biri de gerçekçi limitler yoluyla özdenetimlerini kazanmaktır. Ebeveynler çocuklarına kuralları ve sınırları öğretmek isterken eğer çocuğun o dönemde karşılamaya çalıştığı temel bir ihtiyacına sınır koymaya çalışırlarsa çocuğun tepki vermesi kaçınılmazdır. Örneğin yeterlilik hissini tatmin etmek isteyen bir iki yaş çocuğunun “ben yapabiliyorum” deneyimini yaşaması önemlidir. Bunedenle yemeğini kendi yemek ister ve buna izin verilmelidir. Ancak bu yemeğin onun istediği şekilde dolaşarak, televizyon ya da ipad karşısında yemesi anlamına gelmemektedir, bu kısmında sınırlar belirlenmelidir. Uygun ortam sağlandığında çocuğun ihtiyacını karşılamanın getirdiği mutluluğu ve rahatlığı yaşadığı görülecektir.
Dolayısıyla sınır koymada bir zorluk yaşadığınızda istek ve ihtiyaç ayrımının net olup olmadığına dikkat edilmeli, isteklere yönelik sınırlar düzenlenirken alta yatan ihtiyaçların karşılandığından da emin olunmalıdır. Çocuk birden çok öznelliğin olduğunu ve yaşamın bazı doğal ve mantıksal kurallar içerdiğini bu istek-ihtiyaç düzenlemesi yoluyla öğrenecek ve içselleştirecektir.
Yaşam sevincinden beslenen bir varoluşsal mutluluk deneyimlemesine destek olunması
Yaşam sevinci “belli bir amaca yönelmiş olmaksızın salt yaşama karşı gösterilen, yaşıyor olmaktan duyulan coşkusal hoşnutluğu” tariflemektedir. Çocuk farklı yaşlarda gelişimsel ihtiyaçlarını ve onun biricikliğini anlayan ve kabul eden bir çevre içerisinde varoluşundan ve hayatı deneyimleme halinin kendisinden mutluluk duymaya başlar. Ancak bu “istediği her şeyi istediği an elde etme” haline dönüşen ve giderek bencil ve sınırsız bir hazzı körükleyen, “çocuğun mutluluğunun herşeyin üstünde tutulduğu” bakış açısı ve tutumundan farklı bir duygu halidir. Çünkü çocuğun dünyanın merkezine dönüştüğü bu tür bir kavramsallaştırmada birinin mutluluğunun bir başkasının mutsuzluğuna dönüşmesi kaçınılmazdır. Yaşam sevincindeki mutluluk hali, doğal eğilimlerin ve kendiliğindenliğin (spontanite) desteklendiği, yaşamı tüm döngüselliği ile kavramayı, anlamlandırmayı, kendi varoluşunu bu döngüye yerleştirmeyi, duygularını tanımayı ve dönüştürebilmeyi içerir. Kişi böylece dış dünyanın güvensizliğine rağmen çocuk yanı ile temasta kalarak kendi iç dünyasında güvenli bir yeri koruyabilir, tekrar ve tekrar gücü kendi içinde bulabilir.
Bir çocuk için yaşamı duyumsamaya yönelik 5 duyunun uyarılması, çocuğun doğa ve tüm canlılarla, farklı kültürlerle tanışmasının desteklenmesi, deneyimsel öğrenmeye fırsat tanınması, güvenli ilişki içerisinde olumlu duygular kadar olumsuzların ifadesinin de yüreklendirilmesi, çocuğa bir birey olarak ve tüm var olan güçlü-güçsüz yanlarıyla destek olunması, kabul edilmesi bu duygu halini desteklemek için ebeveynlere rehberlik edebilir.
Gelişime uygun sorumluluklar almasının desteklenmesi
Çocuğun gelişimini olumsuz etkileyen ebeveynlik tutumlarından biri “aşırı korumacı” ebeveynliktir. Çocuğa sorumluluk verilmeyen, her şeyin onun için yapıldığı, problemlerin onun yerine çözüldüğü bir ortamda çocuk hayata yeterince hazırlanamamaktadır. Dolayısıyla onun kendi ritminde yapabilme yetkinliğine inanarak ve ona sadece “kendi yapabilmesi için yardım ederek” çocuklara sorumluluklar vermek (sofrayı hazırlamak, çorapları eşleştirmek, salata yapmak, bulaşıkları kurulamak, yatak toplamak vb.) büyüten, karar alma, seçim yapma gibi hayata hazırlayan beceriler kazandıran deneyimler olacaktır.
Belki bu yollarla iç dünyası daha dengeli ve barışçıl, kötülüğün değil iyiliğin peşinden giden nesillere katkı sağlayabiliriz ya da onları bu aksiyonu bol coğrafyada yaşamak için biraz daha güçlendirebiliriz.
Kaynaklar
1 http://www.hthayat.com/anne-ve-cocuk/cocuk/haber/1042851-cocuklara-teror-olaylari-nasil-anlatilmali
2 Mitchell, S. A. & Black, M. J. (2012). Freud ve Sonrası. Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
YORUMLAR