Doğum sonrası yorgunluk sendromu
Yorgunluk son yıllarda özellikle batı toplumlarında doğum sonrası en çok ifade edilen semptomlardan biri olmuştur. Özellikle doğumdan 6 hafta sonra hissedilmeye başlanan doğum sonrası yorgunluk; fiziksel ve zihinsel performansın olağan düzeyin altına düşmesine sebep olan yoğun tükenmişlik duygusu olarak tanımlanır.
Sadece kadınlar üzerinde değil, doğrudan yeni doğan ve aile üzerindeki etkileri ve “kutsal annelik” misyonuna uygun düşmemesi nedeniyle de genelde rahatça dillendirilemeyen, sadece yakın çevre ile paylaşılan, ancak aslında son derece olağan ve beklenen bir hal olma özelliği taşır. Hamilelik sürecinde genelde hep “hormonların sana yardım edecek” düşüncesi ile geçiştirilen, her gebenin aklına geldiği an savuşturmak istediği bir mevzu olması ile de tanınmaktadır.
Oysa son derece bilimsel ve önemli bir konu olup, araştırmalarda doğum sonrası süreğen yorgunluğun; doğum sonrası depresyonla, yeni doğanın gelişimsel performansının azalmasıyla, annenin işlevselliğinin geri gelmesindeki gecikmeyle ve sütün erken kesilmesi ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Dahası doğum sonrası yorgunluk, yaygın bir sağlık sorunu olarak görülmekte ve doğası gereği kendiliğinden geçmemektedir.
Araştırmalar ilk kez doğum yapmış olma, doğumun uzun sürmüş olması, sezaryen doğum, doğum sonrası kan kaybının artmış olması, daha çok depresif belirtinin olması, yeni doğanın zor olacağını düşünme, daha az uyuma ve daha az sosyal desteğe sahip olmanın artmış yorgunlukla ilişkili olduğunu söylemektedir.
Uygulamada ise annelerin yorgunlukla ilişkili en çok yakındığı durum uykusuzluktur. Bir uyku döngüsü toplamda yaklaşık 90 dakikalık 4 fazdan oluşur. Son faz olan derin uyku fazı, fiziksel iyileşmenin gerçekleştiği ve bağışıklık sisteminin en yoğun çalıştığı süreçtir. Tüm uyku döngüsü tamamlandığında ise vücut rüya gördüğümüz ve gün içinde biriktirdiğimiz zihinsel uyaranları işlediğimizREM uykusu olarak da bilinen faza ilerler. Bu durumda uykusunun herhangi bir anında uyanan anne, yeniden uykuya dalarken sürekli olarak ilk başlangıç fazına dönecek ve kıymetli REM uykusunu kaçıracaktır. Sonuç olarak da toplamda aynı oranda uyunmuş olunsa da, REM uykusu yoksunluğu yaşama ihtimali ortaya çıkacaktır. 6-12 ay arasındaki bebeklerin 2/3’ünün ve 1-3 yaş arasındaki çocukların 1/3’ünün tüm gece boyunca uyuma zorlukları yaşadığı dikkate alındığında ise annelerin uykusuzlukla ilişkili yorgunluk yaşamaları son derece olağandır.
Bu durumun hem fiziksel hem de psikolojik etkileri düşünüldüğünde ise,fark edilmesi ve ele alınması önemli bir konu olduğu aşikârdır.
Peki, neler yapılabilir?
Yorgunluk bir yanıyla son derece bireye özgüdür, bu nedenle nasıl yönetileceğine de en iyi yaşayan bireyin kendisinin karar verebileceği düşünülür. Yorgunluğun şiddeti genellikle yöntemi belirlemektedir. Literatürde en çok önerilen stratejiler; uyumak, dinlenmek, gevşemek, harcanan enerji miktarını azaltmak ve işyükünü azaltmak için aile desteği sağlamaktır. Ancak uzmanlar özellikle her kadının yorgunluk düzeyi ve nedenlerinin bireysel olarak değerlendirilmesi ve ona uygun çözümler geliştirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Avustralya’da doğum sonrası yorgunlukla ilişkili yürütülen büyük bir araştırmanın bir parçası olarak bireysel yorgunlukla başetme stratejilerine yönelik, yaşları 20 ila 44 arasında değişen % 80’i vajinal doğum yapmış ve yaklaşık yarısının ilk doğumu olan 59 kadınla doğum sonrası 6, 12 ve 24. haftalarda birebir görüşmeler yapılmış. Kendilerine doğum sonrasında yorgunluklarını azaltmak için kullandıkları ve fayda gördükleri bireysel stratejiler hakkında sorular sorulmuş. Sonuçlar şöyle:
- Akşam erken yatmak ve günün ilk emzirmesinden sonra bulunan ilk yerde dinlenmek,
- Gün içinde güvenilen birinin anne uyurken bebeğe bakıyor olmasını ve bebek uyanınca anneyi kaldıracağından annenin emin olmasını sağlamak (anneler böylece gerçekten uyuyabildiklerini, bilinçaltlarının bebeği dinlemek zorunda kalmadığını söylemişler),
- Ev içinde harcanan enerjiyi tasarruflu kullanmak (örneğin daha kolay ve hızlı yemekler tüketmek, market alışverişini internetten yapmak vb.),
- Anneliğe kısa molalar vermek, kendini mutlu edecek aktivitelere vakit ayırmak,
- Egzersiz yapmak (düzenli olarak yapıldığında yorgunluk üzerinde anlamlı düzeyde etkili olduğu görülmüş, bazı anneler bebekleri ile hergün aynı saatte yürüyüş yaptıklarını, bazıları ise spor salonuna gittiklerini belirtmişler),
- Günü ve haftayı planlamak, bazı rutinler oluşturmak (örneğin haftanın belli günleri çamaşır yıkamak, gün içinde belli bir rutini takip etmek),
- Yeni bir anne olarak kendiyle ilgili gerçekçi beklentilere sahip olmak (mükemmel anne ve eş olmak zorunda değilim!),
- Eşten ve çevreden destek istemek(ancak bu konunun kendi içinde bazı zorluklar barındırdığı belirtilmiş, şöyle ki kadınlar arzu ettikleri destek ile aldıkları destek arasındaki farkın kendileri için bu stratejinin etkililiğini azaltabildiğini söylemişler. Sonuç olarak burada verilen desteğin yeterli olduğuna dair en önemli belirleyicinin, kişi sayısından bağımsız olarak “kadının desteklendiğini hissediyor olması” olarak bulunmuş. Dolayısıyla burada çift yönlü iyi iletişim önem kazanıyor; anne çevredekilere bazı sorumluluklar verdiğinde nasıl yaptıklarına takılmayacak ve çevredekiler de “biz elimizden gelen desteği veriyoruz” deyip kenara çekilmeyecek, anneye sormaya devam edecek!)
Sonuç olarak yorgun annelerin sesinin mutlak bir şekilde duyulması gerekiyor. Araştırma sonuçlarından da görüldüğü üzere bireysel stratejiler literatür önerileri ile uyumlu ilerliyor, ancak yine de herkesin kendine özgü “dinlenme ve iyi hissetme” yolları olabileceğini ve bunu bilmenin bu süreçte önemli olduğunu unutmamalıyız. Çünkü burada yaşanan duygu salt bir fiziksel yorgunluk olmayıp, bir bebeğin ve evin sorumluluğunu taşımanın getirdiği zihinsel ve duygusal bir yorgunluğu da içermektedir. Bununla birlikte hemfiziksel hem de psikolojik boyutu için öncelikle tıbbi (anemi, hipotiroidvb.) ve psikolojik (doğum sonrası depresyon) durumlarınvarlığının elenmiş olması önceliklidir.
Burada uygulamacılar da şunu vurguluyor, anneler kendi ihtiyaçlarını çocuklarının ve eşlerinin ihtiyaçlarının gerisine koymamalı. Dahası ancak kendilerine bakarak başkalarına da bakabileceklerini biliyor ve anlıyor olmalılar. Uçaklarda hep duyduğumuz üzere “çocuklu yolcuların önce kendi maskelerini, sonra çocuklarının maskelerini takmaları gerekmektedir.“Ve tabii bir de nesiller boyu aktarılan, ancak bugünün şehirli kadını için hiç de gerçekçi olmayan kadının hem yeni bebek ve diğer aile üyeleriyle ilgilenen, hem de evin tüm işlerini üstlenen “süper kadın” anne temsilinden süratle kurtulmak gerekiyor.
Yeni doğum yapmış anneyi, yeni doğmuş bebeği ve adapte olmaya çalışan babayı anlamaya çabalamak ve yardımcı olmak için yapılan her çalışma çok kıymetli. Dolayısıyla bu konuda hem teorik düzeyde ve uygulamada hem de eş, dost, akraba cephesinde daha yapılacak çok iş var!
Kaynak: Taylor, J. & Johnson, M. (2010). How womenmanagefatigueafterchildbirth. Midwifery, 26, 367-375.
YORUMLAR