Gebeliğimin 27. haftası

Karnım iyiden iyiye büyümeye başladı. Sıkça ikiz mi sorularına maruz kalıyorum. Oysa bana göre bu büyüklük gayet normal. Fındık yutmuş hamilelerden değilim. Tabii normal olduğunun farkında bile olsam, ne kadar büyüdüğümü ima eden ve sempatik sanılan cümlelerden pek haz etmiyorum.


Bu hafta programım oldukça yoğun. Tüm hafta çalışıyorum. Cuma’dan İzmir’e hamile ve doğum sonrası pilates eğitimi vermeye gidiyorum. Asistanım da yok. Şimdiden çok yorucu olacağını tahmin ediyorum.


Tüm bu yoğunluğun içinde asıl gündemimiz Çapa’daki pediatri konseyi randevumuz. Üç hafta ne çabuk geçti de konsey günü geldi anlamadım. Saat 09:00 gibi hastaneden olun dedikleri için sabahın köründe yollara düştük. Bir yandan soğuk, bir yandan yağmur ve İstanbul’un sabah trafiği…


Hastaneye vardığımızda uzun süren bir park problemi yaşadıktan sonra (koca hastanenin içinde minnacık, o da ağzına kadar dolu olan tek bir otopark varmış) prenatal ultrason bölümünü bulduk. Allahım iyi ki sürekli buralara gelmek zorunda değilim dedim içimden. Karanlık, kalabalık ve endişeli insanların bekleştiği bir koridor burası. Randevumuzu aldık. Neyse ki ilk sıra bizim fakat doktorlar ancak 10:00 gibi gelirmiş. Zaten kardiyoloji konseyi öncesi üroloji konseyi varmış. Saat 09:00 ama 11:00 den önce sıramızın geleceği yokmuş.


Bekle allah bekle. Neyse ki sekreter kıza biraz şirinlik yaparak hastane dışına çıktık. Sıramız gelirse bizi arayacak. Hastanenin karşısında bir cafede yaklaşık bir, bir buçuk saat oyalandıktan sonra 11:00’e doğru karanlık koridorumuza geri döndük. Uzun bekleyişimiz orada da devam etti.


Bir odadan asistan doktor gibi biri çıkıp arada isimle gebeleri teker teker içeri alıyor. Müzik dinlemek, telefondan oyun oynamakla bir yarım saat daha geçirdik ve sonunda adım okundu. Sıra sonunda bize gelmişti. Heyecanla odaya girdik.


Burası da karanlık. İçeride iki bilgisayar, yazı yazan iki kız, bizi içeri alan diğer kız, ayakta ne yaptıklarını anlamadığım genç doktorlar, ultrasonun başında bize bakacağını anladığım biri erkek, biri kadın iki doktor. Alelacele karnımı açarak yattım. Toplamda 5 dakika ya bakıldı, ya bakılmadı, kelimeleri ağızlarında gevelediler. Ne olduğunu anlamadık. Ben bir şeyler sordum, sanki sesim duyulmuyor. Kimse bana cevap vermedi. Anladığım kadın doktorun son sözü söylediği. Ne olduğunu anlamamanın şaşkınlığını yüzümden okudu ki bir ara önemsiz bir şey ama üç hafta sonra tekrar görelim dedi o kadar. Ufuk da karşımda boş gözlerle bana bakıyor. Öylece çıktık odadan ve çıkarken yine beklememizi, bebeğin ölçülerini almak için tekrar çağıracaklarını söylediler. Haydaaa, yani o ölçüleri almak iki dakikalık iş, niye bizi tekrar bekletiyorlar…


Odadan çıktığımızda Ufuk’ a sordum. Sen bir şey anladın mı? İkimiz de sadece üç hafta sonra gelin, önemsiz bir şey, kontrol edeceğiz kısmı dışında bir şey anlamamışız. Kafamızdaki soruları soramamışız. Bizim için bu kadar önem taşıyan bir kontrolden beş dakikada sepetlenme hissiyle bir yarım saat daha Çınar’ın ölçümleri için bekledik.


Neden bu kadar karanlık olduğunu anlayamadığım bekleme koridorunda gelen, giden, ağlayan kadınlar. Bir kalabalık… Allahım burada sürekli kontrole gelen, doğum yapmak zorunda olan kadınların yardımcısı olsun. Yani Atıl Bey bizi buraya yönlendirdiyse eminim dalında çok iyi olan doktorlar bizimle ilgileniyor ama bilgilendirme sıfır.


Yarım saat sonra aynı odaya girdik. Bu sefer odadaki asistan doktorlardan biri ölçümleri aldı. Tüm ölçümleri haftasına uygun ve baş aşağı dönmüş olduğunu öğrendik ve üç hafta sonraki randevumuzu alarak muayene odasından ayrıldık.


Tabii benim kafamdaki sorular yanıtsız kaldı. İnsan hamile olunca çok daha hassas oluyor ki konu bebeğinin sağlığıysa daha açıklayıcı cevaplar bekliyorsun. Benim hissettiğim hep bir geçiştirme hali.


Ne yapsak, ne etsek derken aklımıza Atıl Bey’i bulmak geldi. Neyse ki o anda hastanede ve bir topantıdaymış. Yarım saat kadar da onu bekledikten sonra bize yazdıkları raporu ona gösterdik. Kimsenin bize bir şey anlatmadığını, ilgisiz davrandıklarını anlattık. O da tüm şekerliğiyle aslında bize aynı şeyleri söyledi. Siz üç hafta sonra tekrar gelin. Bu önemsiz bir durum ama takip etmek isterler dedi. Teşekkür ettik odadan çıktık.


Ama benim içim hala rahat değildi. Ayaküstü yaptığımız bu birkaç dakikalık konuşmalar bana yetmiyordu. Buraya kadar gelmişken, bu kadar zaman harcamışken bize bakan kadın doktoru bulup bir de onunla konuşalım dedik. Sonuç aynı. O da bir seminerde konuşmacıymış. Bekle bekle, bir saatte yakında o kapının önünde geçirdik. Sonra seminer dağıldı. Doktoru yakaladık. Hızlı adımlarını takip ederek yaklaşık üç metrelik yol üzeri konuşmamızda söylenen sözler aynıydı. Önemsiz ama siz yine gelin.


Sorun bende mi anlamadım ama biz elimizden geleni yapmıştık. Devlet hastanelerinde durum buydu. Herkesin çok işi var. Herkes bir yere koşuyor. O arada aldığın cevaplarla yetinmek zorundasın. Neyse ki durumumuz önemsiz ama kontrol altında olmalıyız. O günüm biraz moral bozukluğuyla geçti. Sabahına güzel, pozitif duygularla uyandım. Elimizden bir şey gelmiyorsa yapacak en iyi şey pozitif olmaktı.


Ertesi gün İzmir’e yola çıktık. Çok yakın arkadaşımız Dolun’un evine vardığımızda yorgunluktan ölmek üzereydim. Sanki İstanbul’dan İzmir’e yürüyerek gelmiştik. O gece güzelce dinlendim ve iki günlük eğitim maratonum cumartesi sabahı başladı. O haftasonum yorucu ama güzel geçti. İstanbul’a dönüp eve vardığımızda hayatımda olmadığım kadar yorgun ve bitiktim. O gece yorgunluktan uyuyamadım. Beynim uyumak için can çekişiyor, bedenim yorgun ama bacaklarımda bir huzursuzluk. Sağolsun Ufuk bayağı bir masaj yaptı. Yetmedi resmen, 15-20 dakika durmadan bacaklarımı yumrukladı ve ancak öyle rahatlamış. Saatler gece yarısını çoktan geçtiğinde anca uykuya dalmışım.


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.