Yeniden seçmek...
Hani kapılıp gidiyoruz ya hep bir şeylere... Yuvarlanıp gidiyoruz ya hızla geçen günlük hayatın telaşı içinde, her şey kuralları basit ama göreceli bir oyunun parçası gibi aslında. Her an, yaptığımız seçimlerle bir şeyleri yaratıyoruz, bozuyoruz, yazıyoruz, siliyoruz ve anlık kararlarla şekillendiriyoruz hikayemizi. Kimi zaman zorlanıyoruz ve zorluyoruz, saplanıp kalıyoruz karışık duygulara, şartlara kızıyoruz, kendimize acıyoruz, etrafımızdakileri değiştirmeye çabalıyoruz, mutsuzluklarımızı akla uydurup kendimizi bir şeylere ikna ediyoruz, şikayet ediyoruz ve öylece devam ediyoruz hayatıımıza. Yeniden seçme şansımız olduğunu ve bunun her an için geçerli olduğunu unutabiliyoruz nedense.
Sabah güzel ve yüksek bir enerjiyle başladığımız bir günü aynı frekansta sonlandırabilmek her zaman kolay olmuyor mesela. Bir sürü faktörden etkilenip ruhumuzun ışığını söndürebiliyoruz. Sönmese bile kısılıyor, azalıyor en azından ve şevkimizin kırılmasına,hevesimizin kaçmasına,inancımızın azalmasına,kalbimizin kırılmasına,umutlarımızın yok olmasına izin veriyoruz. Biz izin vermedikçe oyunun bu şekilde oynanmasına imkan yok ama şartlanmalarımızla, zayıf anlarımızdaki tepkilerimizle mutsuzlukların içinde yoğruluyoruz farkına varmadan. Yeniden seçmeyi,farklı bir açıdan bakabilmeyi,arada bir durup silkelenmeyi akıl edemeyebiiyoruz.
Oysa her dakika, bizim bilinç düzeyimize ve frekansımıza göre şekilleniyor. Algımız kadar anlıyor, anladığımız kadar yorumluyor,bildiğimiz kadar konuşuyor,davranıyoruz. Ufacık kararlarla büyük değişiklikler yaratılabiliyor ve manzara aniden değişebiliyor bir anda.
Hep mutlu olmak mümkün değil ama hep mutluluğu seçmek mümkün. Her günümüzün güneşli olması mümkün değil ama her zaman yüzümüzü güneşe dönmemiz mümkün.
Bir söz düellosunda laf yetiştirme yarışına girersek düşük frekansta sürdürülen bir oyunun piyonu olmayı seçiyoruz. Kelimelerimizi de zamanlamamızı akıllıca ve duyarlı bir şekilde seçip konuşursak ve gerektiğinde de susmayı başarabilirsek huzuru, sevgiyi, saygıyı seçiyoruz.
Bizi çok üzen ve kıran birine karşı kin beslediğimizde, sonuçta herkesi yakıp kül edecek olan bir alevi körükleyen kişi olmayı seçiyoruz. Büyük resme bakıp da, her şeyin fani olduğu bir dünyada gururun kölesi olmayı reddedersek ve ilk adımı atıp af eden biz olursak büyüklüğü seçmiş oluyoruz ve yüreğimizi hafifletiyoruz.
Bariz bir şekilde yanlış olan bir şeye şahit olduğumuzda susmayı seçersek vicdanımızla başbaşa kaldığımız anlarda suçluluk duymaya katlanmayı seçiyoruz. Durumun gerektirdiği şekilde, doğru müdahale etmeyi seçersek öz saygıyla ve şerefimizle yaşamayı seçiyoruz.
Bir şeyler beklediğimiz gibi gitmediğnde ve birden moralimiz bozulduğunda her şeyin sonu gelmiş gibi surat asmayı seçersek, günümüzü zehir etmeyi seçiyoruz. ‘Belki de olmamasında bir hayır var ve ben bunu zamanla anlayacak ve göreceğim’ diyebilirsek içimizdeki güçle bütünleşip, dingin bir teslimiyetle yaşamayı seçiyoruz.
Neticede hayat ‘başımıza gelen’ bir şey değil, bize hiç bir şey olmuyor. Biz ne kadar ‘olmuş’ isek o olgunluk ve bilinç seviyesi gereğince tecrübelerimizi algılıyor ve o doğrultuda davranıyoruz sadece. Sevgiden, huzurdan, yüksek enerji içeren güzel duygulardan yana seçim yapmak ya da yapmamak bize kalmış. Yanlış yaptığımızda düzeltmek, tökezleyip düştüğümüzde kalkıp silkelenmek ve yeniden, yeniden seçmek her zaman elimizde.
Sevgiyle kalın…
YORUMLAR