Kızlar, erkekler, dershaneler ve okulsuz kalan çocuklar…

11 yaşındayım. Küçüğüm, sıskayım, biraz da çelimsiz. İlkokul 5’i bitirdiğim yıl sınav sistemi yeni konmuş, Anadolu liseleri ve özel yabancı okullara girmek için merkezi sınava giren ilk denek öğrencilerden biriyim. Hafta içi sınıfta ders anlatan öğretmenimin evinde geçiyor hafta sonlarım, acaip korkuyorum test cevap anahtarında yuvarlakları düzgün dolduramam diye…


Bir yıl önce yazın gezdiğimiz Avrupa’dan o yaşın tuhaf tutkularıyla, “Herkes İngilizce öğreniyor, ben Almanca öğreneceğim” diye dönmüşüm, artık ne kadar tutturmuşsam, babamlar sınav sonrası okul tercih listesinin tepesine Sankt Georg Avusturya Lisesi yazmışlar. V e fakat heyhat okulun bir “kız lisesi” olduğunu bana söylemek, nedense kazandığım belli olunca akıllarına gelmiş!


Karaköy Bankalar Caddesi’nin üst tarafında kocaman, taş grisi bir bina. O yaşımda bana daha da kocaman gelen demir bir kapıdan içeri girip, kıvrıla kıvrıla katlar arasında dolaşan mermer merdivenlere takılıyor gözüm. Gidip dikiliyorum en alt basamakta, öyle uçsuz bucaksız görünüyor ki o koca merdivenler gözüme, sanki tırmansam da bitmeyecek gibi duran o basamaklara bakakalıyorum.


Üzerinde aynı benim gibi diz altı gri bir etekle, buz mavisi hırkasıyla yavaş adımlarla yanıma gelen başka bir kız çocuğu beni kendime getiriyor. "Biz" diyor, "nasıl çıkacağız ki bu kadar merdiveni?" "Bilmiyorum ki, çıkarız el ele." 8 yıl sürecek Avusturya Lisesi maceram böyle başlıyor…


Türkçe okuduğumuz dersler dışında, bütün öğretmenlerimiz Avusturyalı. İlk aylarda tek kelimesini bile anlamadığım bir dilde çok sıkı disiplinli rahibe öğretmenler ile daha da ciddi duran birkaç erkek öğretmenimi tanımaya uğraşıyorum. İlkokulda tek sınıf öğretmenimin sık sık bize sarılmasına, başımızı okşamasına ve “Hadi sen yaparsın güveniyorum sana” demesine alışmışım, oysa bu okulda herkes çok ciddi, pek sert. Hazırlık sınıfında tek istisna, tonton ve pek babacan tavrıyla beni pek rahatlatan Almanca öğretmenim Gottfried Ammicht. Gülümseyerek anlattığı Almanca dersimi seviyorum sadece, oysa elinde cetvelle sıralara vura vura ders anlatan Matematik öğretmenim Bayan D’sidoro için aynı şeyi söylemem mümkün değil! Her sabah okula girerken etek boylarımızı ölçüp biçen rahibe öğretmenlerimizden ne kadar çekindiğime hiç girmeyeyim en iyisi!


Yapılacak ödevler, düzgünce uyulması gereken kurallar arasında, okulun orta katlarından birine sıkışıp kalmış avludan bozma küçük bahçemiz tek nefes aldığımız yer. Bahçe duvarının öte yanından acaip koşturmacalı sesler geliyor. Duvarın öte yanında, bize “orası başka bir okul” diye anlatılan Avusturya Erkek Lisesi var. Duvarın orasında küçük yeşil bir kapı var, hapishane gardiyanından hallice, beline asılı anahtar destesiyle dolaşan Schwester Petra şans eseri kapıyı açarsa, kaçamak bakışlarla diğer okul tarafına bakıyorum. Ve neden her şeyin bu kadar ayrı olduğunu anlamıyorum, çünkü kızların erkek tarafına, erkeklerin de kız tarafına geçmesi zinhar yasak!


Okul korosundayım, pek mutluyum. Kızlar ayrı, erkekler ayrı derslerde çalışıyoruz, oysa aynı okul korosunun konserlerinde beraber sahneye çıkıyoruz, ne iş? Nadir dost hocalarımızdan biri olan müzik ve tiyatro hocamız Rudolf Kreuzhuber- bizim tabirimizle Rudi- kendi çapında bir devrim yaratıp, kızlarla erkekler aynı koroda şarkı söyleyeceklerse beraber çalıştırmam lazım diye ısrar edince, bizim de karma sınıfa girdiğimiz tek bir dersimiz oluyor. Erkek tarafının müzik odası kız tarafından daha büyük, okul yönetiminden çıkan izinle biz kızlar koro dersi için yan okula geçiyoruz. İşte o malum yeşil kapıdan haftada bir kez geçişlerim böyle başlıyor.


Yıllar geçerken, kaç kez kapıyı öğretmenlerden biri kilitlediği için o yeşil kapının arkasında mahsur kaldığımızı, kaç kere kız tarafındaki bir sonraki dersimize geç kaldığımız için sıkı fırça yediğimizi anımsamıyorum. Hiç unutmadığım bir an, kocaman gövdesi ve bas sesiyle ödümü koparan Erkek Lisesi’nin müdürü rahip Kangler’in biz kızları kapalı kapının ardında yakalayıp ” Siz bu okulun öğrencisi değilsiniz, derse geldiyseniz de kapı açıkken kendi okulunuza gitseydiniz!” diye bağırdığı gün. Okul aynı okul, ismi aynı, cismi farklı. Kızlar ayrı, erkekler ayrı. Nokta.


Koro dersine gitmeye çalışırken önünden geçtiğimiz erkek sınıflarının kapılarında arkamızdan acayip acayip bağıran erkek çocuklardan neden ürktüğümü, neden birbirimize “gökten inmiş uzaylı gibi farklı cinsten şey” muamelesi yaptığımızı, ortaokul mezuniyet töreninde bir araya geldiğimiz kutlama çayında birbirimizle neredeyse hiç konuşmadan farklı masalarda saatler geçirdiğimizi de hiç anlamıyorum yıllarca.


Kız kıza okumanın tabii ki çok zevkli, kendine has şamata gırgır yönleri de var. Ailemin anlatmadığı her şeyi kız arkadaşlarımdan öğreniyorum, dayanışma da kızlar arası kıskançlık da aynı oranda hayatımda etkili. Aynı evde yaşayan, bazen çok bazen az anlaşan kız kardeşler sürüsü gibiyiz. Katı ve koyu disiplinin içinde kendi kişiliğimizi oluşturmak için çaba harcadığımız yıllarda, aslında sosyal yaşam içindeki uyumu yakalama şansımızın olmadığını pek de fark etmiyoruz sanki.


Böylece yıllar geçiyor, büyüyoruz. Yaz aylarında Avusturya’nın ücra kasabalarında gittiğim Almanca dil kursundan öğrendiğim en farklı şey, kızlarla erkeklerin aynı sınıfta okumasında bir mahsur olmaması. Okul açılınca büyük bir şey keşfetmişim gibi kızlara anlatıyorum hikayelerimi. Biliyoruz ki İstanbul’da da karma okullar var ama bize kısmet değilmiş işte!


Yıllar geçiyor, okulda 6. yılımı bitiriyorum. O yıl Fen sınıflarının ayrı kalmasına, Edebiyat sınıfının ise karma olmasına karar veriliyor. Ve Edebiyat sınıfı erkek tarafında! Üstelik Edebiyat bölümünde çok sıkıldığım Fen dersleri yerine 3. dil olarak Fransızca, Psikoloji, Felsefe gibi pek merak ettiğim dersler de var. Tamam diyorum, ben erkek tarafında Edebiyat bölümünde okuyacağım. Gelin görün ki, babamı ikna etmek pek kolay olmuyor. Eskiden öyleydi, Edebiyat sınıfına tembel tenekeler giderdi, akıllılar ise Fen sınıfına! Bir bütün yaz boyunca ağlanıp duruyorum, babamın önyargılarını kırmak zor, “Ben bunca sene sonra kızıma Edebiyat sınıfından mezun oldu dedirtmem” gibi yaftalarla uğraşıyorum, babamın hiçbir kabahati yok aslında, genel anlayış bu. İlk karnede bütün derslerimin yüksek notları olacağına yeminler ediyorum, annem Fransızca da öğrensin diyerek destek veriyor, ben hoplaya zıplaya Edebiyat sınıfına kapağı atıyorum!


İlk gün sınıfta iki dizi sıra bölüğünün birinde sadece kızlar, diğerinden sadece erkekler oturuyor. Birbirimizle pek konuşmuyoruz, elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı da pek bilemiyoruz zaten. Aramızdan sadece karşı taraftan aynı vapurla gidip gelenler birbirini tanıyor, herkes fiskos halinde.


Sınıftan sorumlu İngilizce öğretmenimiz Herr Slattenschek, halimizi görünce basıyor kahkahayı: “Ne o, Osmanlı dönemi gibi haremlik-selamlık mı yaptınız?” Bizi zorla karma oturtuyor, sayesinde yavaş yavaş birbirimizi tanıyoruz ve alışıyoruz. Şimdi burada yazsam, sayfalar sürecek kadar çok eğlenceli anı biriktiriyoruz ve sonunda arkadaş olmanın keyfini çıkarıyoruz. Okul mezuniyeti için hazırlandığımız vals balosunda vals yapmak için kız-erkek partner şart, biz erkek tarafında okuyan kızların, kız tarafında kalan arkadaşlarımıza partner ayarlamak için epey çaba harcadığımızı şimdi gülerek anımsıyorum ama o zaman hiç de komik değildi!


*


Biz mezun olduktan birkaç yıl sonra Avusturya hükümetinden gelen kararla, okulların karışmasına karar veriliyor. Birkaç arkadaş toplaşıp, iki okulun arasındaki duvar ve malum yeşil kapı yıkılırken gidip seyrediyoruz, işte Berlin duvarı yıkılırken Almanlar ne hissettiyse bizim de hissimiz aynı. “Bir gün bir çocuğum olduğunda asla kız-erkek ayrı okulda okutmayacağım, benim çektiğim garibanlığı çekmesin, kızların/erkeklerin sadece karşı cins değil, arkadaş olabileceğini de öğrensin” diye söz veriyorum kendime yeşil kapı yıkılırken…

*

Okulum hâlâ benim için çok özel, her zaman çok gurur duyarım Avusturya Liseli olmaktan. İş disiplinimi, iki yabancı dilimi, birden fazla kültürle yetişmiş olmamın getirdiği global dünya vizyonumu okuluma borçluyum. Ama bizim okuldan mezun olanlar net ikiye ayrılır: Çok sevenler ve çok nefret edenler. Ben hâlâ çok sevenler grubundayım ama fena bir iç burukluğu ile anımsadığım “bağzı” anılar hâlâ çok taze.


Sadece kız-erkek ayrı okumak da değil dert, bir de tüm branş derslerini Almanca okuduğumuz için üniversite giriş sınavı öncesinde her hafta sonu saatlerce dirsek çürüttüğümüz dershane sıralarında, tümü Türkçe olan test soruları da benim için ciddi bir sorun. Nasıl bir üniversite kazanmayı başardığımsa hâlâ bir muamma benim için!


Bu hafta eften püften siyasal hırsların neticesinde konuşup durduğumuz “kızlı erkekli evler” meselesinin hemen ardından gelen “karma eğitime son!” tartışmaları başlayınca, anılarım depreşiyor. Cinsiyet ayrımcılığının bir insanın ruhsal gelişimini ve sosyal uyumunu nasıl kötü etkilediğini kendim yaşadığım için iyi biliyorum. Küçücük çocukların kafasına zorla sokulan “sen kızsın- o erkek” yaftalarının toplumun genelinde yarattığı tabular neticesinde, bu ülkede kız çocukların okuması hâlâ dert, kadına şiddet oranı ile cinsel saldırılar feci tavana vurmuş durumda!


Son birkaç gündür de iki büyük kutuba ayrılmış biçimde süregelen dershaneler tartışması arasında, aslında eğitim sistemimizin daha güncel ve derin sorunları gözden kaçırılıyor. Dershanelerin sadece ucube sınav sistemine uygun adım marş öğrenci hazırlamaktan öte geçemediğini kimse konuşmuyor! Dershaneler polemiği giderek siyasi boyutuyla öne çıkıyor, oysa eğitim bence siyaset üstü bir konu olmak zorunda. Kuşakların eğitim hayatı ile oynanırken, geyiğe bağlamış biçimde konuşup duruyoruz ve hiçbir şey değişmiyor, sürekli değişip duran, öğretmenleri, öğrencileri ve velileri allak bullak eden eğitim sistemi kuralları dışında!


“Dershaneleri kapatalım/hayır kapatmayalım” diye didişip durulacağına, kimsenin aklına bu dershaneler neden var, neden farklı sınıflardan öğrenciler okulun dışında dershaneye gitmek zorunda kalıyor, okullarımız neden sınavlar için yetersiz kalıyor, sınav sistemimiz mi berbat yoksa müfredatımız mı garip, en fenası okullarımız neden tam okul değil diye düşünmek sanki kimsenin aklına gelmiyor. Dershaneler kapansın demek kolay, sınav sistemine yetersiz gelen okulları kapatalım demek veya genç bir insanın hayatıyla oynayan sınav sistemini değiştirelim demek de böyle kolay mı?


*


Ülkede böyle konular dönüp dururken, bu hafta biz otizmli çocuk aileleri yine kendi derdimize kendimiz derman olmak için adalet aramaya girişiyoruz. Geçtiğimiz Çarşamba günü, Otizm Platformu’na üye derneklerin temsilcileri ve bir küçük grup otizmli çocuk ailesi, İstanbul Çağlayan Adalet Sarayı’nda toplaştık. Otizmli öğrenci Cem Görkem Gündoğdu adına ilgili savcılığa verdiğimiz dilekçeyle, ‘sınavların Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği’nde yer alan şartlar sağlanmadan yapılması’ gerekçesiyle “eğitim hakkının ayrımcılık yapılarak engellenmesi” konusunda suç duyurusunda bulunduk ve konuyla ilgili bir basın açıklaması yaptık.


Otizm Platformu’na bağlı derneklerin de müdahil olarak takip edecekleri bu dava dilekçesi kabul edilirse, Türkiye’de farklı gelişim gösteren bireyler için ilk kez bir “eğitimde ayrımcılık davası” açılmış olacak. Bu dava, sadece Cem Görkem için değil, eğitim hakkından mahrum edilen tüm otizmli öğrenciler için emsal teşkil edecek bir dava olacak. Özellikle kaynaştırma eğitimi konusunda çok açık mevzuata rağmen, uygulamadaki sorunlar, keyfi davranışlar veya aldırmazlık, maalesef birçok çocuğumuzun okulsuz kalmasına yol açıyor.


Geçtiğimiz 2 Nisan’da Otizm Platformu katkılarıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından açıklanan ve Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından da imzalanan ‘Otizm Eylem Planı’ halen ülkemizde otizmle ilgili her alanda yaşanan sorunları çözüm önerileri ile birlikte derliyor.

Ve fakat, aradan 8 ay geçmesine rağmen, Otizm Eylem Planı’nda yer alan çalışmaların hiç birine henüz başlanabilmiş değil. Neden? Bilmiyoruz, çünkü yetkili Bakanlıklardan ve Başbakanlıktan konuyla ilgili sorularımıza henüz yanıt alamadık!


OTİZM EYLEM PLANI DESTEK FİLMİ


Şimdi biz otizmli çocuk sahibi aileler, MEB başta olmak üzere, Otizm Eylem Planı’nın bir an önce başlatılması için Bakanlıklara ve Plan’ın uygulanması için bizlere kişisel söz veren, çalışmaların yapılmasını bizzat takip edeceğini söyleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a var gücümüzle sesleniyoruz.


Otizm Eylem Planı’nın uygulanmasını sağlamak için Otizm Platformu farklı çalışmalar yapıyor. Hukuksal süreci başlatmanın yanı sıra, ailelerin bireysel destekleri ile Plan’ın uygulanması için bir kamuoyu baskısı yaratmayı hedefliyoruz.


Otizm Platformu Facebook grubu


Diyeceksiniz ki, bunca kızlı erkekli, karma eğitim kötüdür temalı, dershane krizli ortamda size biraz zor sıra gelir. Olabilir, haklısınız! Ancak artık ciddi anlamda ses çıkarmaya ve harekete geçmeye çok kararlıyız! Belki hemen değil, belki yarın da değil ama elbet bir gün, yaşama tutunmak için kızlı erkekli çok çaba harcayan çocuklarımızın seslerini duyuracağız!


Fena halde karışan eğitim gündeminden fırsat kalırsa, siz de bize destek verin… Eğitimde ayrımcılığa dur demek için, lütfen sesimize ses katın!









OTİZM PLATFORMU’na ulaşmak için:

E-posta: info@otizmplatformu.org

Facebook grup sayfası: https://www.facebook.com/groups/otizmplatformu/

Twitter hesabı: @otizmplatformu


Web site: www.otizmplatformu.org


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.