Tuz-buz!

Tuz-buz!



oysa şimdi,


tam ortasındayım sessizliğinin.


oysa şimdi,


dipsiz kuyudaki


balığı kurtarmaya çalışmıyorum.


aksine,


yanına atlıyorum.


oysa şimdi,


senin gözlerinin içi yerine,


inandığım yalanlarının dibine bakıyorum.


bugün sen,


dostluk türküleri söylüyorsun başkalarına-hala!


ben de uzanıp


müziğinin sesini kısıyorum.


notalarımız artık sustu...


*


Sen büyük beyaz yatağında uyuyorsun. Kim bilir hangi düşüncenin peşine takılıp gitmiş rüyaların… Bense burada başka bir beyazlığa bakıyorum, geceden derin, günden temiz. Küçük küçük, sıra sıra mor harfler düşürüyorum o beyaz boşluğa, dolduruyorum ama dolmuyor, tüketiyorum ama tükenmiyor kelimeler, böylesi çokluk içinde hissiz, azcık kalmış ıssız yokluklar içinde yazıyorum. Sana değil, kendime anlatıyorum sakinleşip anlamak için…


Bu ülkede yaşamanın bizi eze eze unufak ettiği günlerden geçerken, ayakta kalıp yola devam etmeye çalıştığım bir günün gecesinin dibinde bir yerde, hani öyle yürüyüp seni hiç görmeden önünden geçip gidecekken, aniden köşe başında bir görünmez el hareketi ile durduruyorsun beni, ne gariptir ki hiç fark etmiyorsun beni durdurduğunu.


Galiba en çok kendi yolumda yürürken beni aniden durdurma bencilliğini sevmemiştim senin.


*


Birimiz ağlarken diğerimizin de ona eşlik ettiği uzun gecelerimizden birinde anlamıştım ki, orada içinde saklı gizli bir duvar var, kalın ve simsiyah bir duvar, ne yaparsam yapayım, nasıl beceriyorsam sürekli kafamı o duvara tosluyorum… Hatta yıllar geçerken o kadar çok vuruyorum ki kafamı sendeki kalın duvara, artık canım yanmaz olmuş sanıyorum. Ama yalan bu. Acıyor aslında, hem de öyle bir acıyor ki, ötelesem de geçmiyor alçak sızısı.


O zaman kızıyorum kendime işte, nereye kadar hedeflenmiş bir can acısı ile yaşayabilir ki insan? Koşa koşa değil, yavaş yavaş, küsüp susarak değil, teker teker bizi birbirimize bağlayan ruhsal ipleri keserek gidiyorum senden… Bu gidişim sanki senin tercihinmiş gibi göstermeyi seviyorsun ama, aslında sen de ben de biliyoruz neden birbirimizden karşılıklı gittiğimizi… Hiç itiraf etmiyoruz, ama farkındayız, bu gidişin bir geri dönüşü olup olmayacağını bilmiyoruz.


*


Öyle bir yaşın tam ortasında duruyorum ki, önümde daha yaşadığım kadar yaşayacak yılım var mı, bilmiyorum. Bu gerçek kalbime gelip yerleşince fark ediyorum ki, kalan zamanım ne kadarcıksa, o kadarcık huzur istiyorum. Çok sevdiğimden değil, sadece artık zor sevdiğimden, o sevgiyi anlamayıp istemeyen kim varsa, yanından koşa koşa kaçıyorum ve artık dönüp ardıma bakmıyorum bile. Sen ve senin kadar can yakan üç beş can hariç!


Çok paylaşımcı, pek derin, çok gerçek dostluk kabul ettiğim bağımızın, kara günlerden geçerken aslında çok yüzeysel bir iletişimden ibaret kaldığını anladığımda, sanal bir bıçakla derin oyuklar bırakarak içimi oymana izin veriyorum. Usul usul seviyorum senden arta kalan can kırıklarımı. Ardımdan savurduğun her acı yalanın günü gelince kulağıma çarpacağını bile bile orada burada konuşmaya devam ediyorsun ya, işte o zaman kalbimin sana açılan köşesinin kalan en küçük kapısını da sımsıkı kapatıyorum.


Geçmişime gömmek istiyorum seni, üstüne toprak atmıyorum ama, hala içim kabul etmiyor tamamen unutmayı! İçimdeki küçük yalnız kız çocuğu “acaba?” diye fısıldamaya kalkarsa, çabucak susturuyorum onu! Unutursam, affedersem bir daha, bir daha vurman için diğer yanağımı da uzatırım gibi geliyor…


İçinden adının geçtiği her cümleyi duymamak için kulaklarımı kapatıyorum. Hayatımdaki keskin varlığını yokmuş gibi varsaymak için, yokluğunun yarattığı boşlukla yürüyorum bir zamanlar hep yan yana yürüyeceğimizi sandığım ortak yolumuzda… Peşim sıra yürüyen gölgeni görmemek için gözlerimi kapatıyorum. Konu sen olunca, kocaman susuyorum, sessizliğim sadece bana konuşuyor.


Zaman geçiyor, kuşlar uçuyor, acının içinden geçmeyi öğreten sıcak yaz güneşi içimi ısıran serin rüzgarlara bırakıyor yerini… Uzun yolumda bir virajı daha dönüp, köşe başından başka bir yol ayrımına geçip ilerlemek niyetindeyim. Birkaç gündür içimde tuhaf bir sıkıntı, kalbimin nefesini daraltan bir huzursuzluk var, sen o köşe başından aniden elini kaldırınca anladım ki, o sıkıntının nedeni sensin!


Aniden irkiliyorum simsiyah duvarına yeniden toslayınca… Zamanında ne kadar çok anlatsam da hiç anlamadığın, belki de işine gelmediği için anlamak istemediğin ne varsa, bütün kapalı kapılarımı açıp bir daha anlatsam, bu huzursuz sıkıntı geçer mi? Bilmiyorum…


Birden, olanca öfkem, kırgınlığım ve tuz-buz olmuş kalbimin can acısıyla fark ediyorum ki, çok istesem de gidememişim ki ben senden! Yoksa neden yeniden canım yansın bu kadar? Dönüp dolaşıp hayat denilen yolculukta bir kol boyu uzaklıkta birbirimize çarpıyorsak, vardır bir hikmeti elbet... Herkesin kendi doğrusu sadece kendisine doğru, sen kendi doğru eksenine göre kendince en doğru olduğunu sandıklarını yaparken, belki de hiç fark etmedin ne denli canımı acıttığını, bunun için tekrar tekrar kızamam ki sana? Belki ben de kendi doğrularımı sana diretirken canını yaktım da hiç fark etmedim, kızar mısın ki bana hala?


Mümkün müdür acaba çok fazla can kırığım olsa da hiçbir şey olmamış gibi bir maske takıp yola devam etmek? Yoksa bütün maskeleri çıkarıp karşına dikilsem, gözlerinin içine baksam uzun uzun, büyük bir değişiklik yapıp hiç konuşmasam, ben sussam da can kırıklarım konuşsa, bu defa anlar mısın? Artık dost olmasak da, hatta arkadaşlık kavramından bile uzak durmayı seçsek de, en azından bir daha yürüyüp gitmemiz gereken yol kapanmasın diye… bir parça huzur hediye edebilir miyiz birbirimize?


*


20 yıl önceki ben, asla düşünemezdi şimdi durduğum kavşağı…


9 yıl önceki ben, kendi canından parçanın kocaman derdiyle baş başaydı, huzur aramak için çok erkendi henüz…


2 yıl önceki ben, hala kırgınlıkların yarattığı öfkesine yenik düşebilen, birisinin kalbine ulaşmak için tosladığı duvarı yıkıp geçebileceğini zanneden bir hayalperestti belki…


Oysa şimdi, elime tertemiz bir fırça alıp simsiyah duvarına kalınca bir mor çizgi çizebilecek kadar güçlüyüm.


Can kırıklarımı tamir etmek mümkün olmasa bile, affetmenin acizlik veya yenilmek olmadığını bilecek kadar büyüdüm, çünkü iyi tanıyorum artık tuz-buz olmuş kalbimi…


Seni affetmek istiyorum. Kendimi de affetmek istiyorum ki, bir daha birbirimizin yoluna can yakarak yol kesmek için değil, bir sonraki kavşağı sormak için çıkalım…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.