Tuz kadar sevmek…

Çok eskiden, daha küçücük bir kızken, belki de öğretilmişliklerden dolayı, sıradan hayallerim vardı benim. Arkadaşlarım “basit hayallerin var, ulaşırsın herhalde” derlerdi, ben de sevinirdim safça. Severek yapacağım, emeğimin karşılığı alacağım bir mesleğim, hayat boyu nefes alacak aynı aşkın ortağı olarak yanımda duracak, hem eş hem de baba olacak bir adam, sevmenin anlamını soluksuzca betimleyebileceğim bir çocuk, küçük aileme yetecek kendi keyfimce süsleyeceğim bir evim olsun isterdim. Çok istemiştim ama olmadı.


Hayaller hep gerçek olmazmış, bu gerçeği anladığım gün, hayatımın akışı değişti.


Kocaman, soluksuzca, yaşamımdaki herkesi kırıp geçen, bakarda-görmez şeklinde yaşanan tuhaf bir aşktan ve evlilikten geriye bana, diyetlerini 8 yıldır ödeye ödeye bitiremediğim koca bir yıkıntı kaldı. O yıkıntının yarattığı yaraları sarmak çok zor oldu, en çok bunaldığım anlarda o eski aşktan bana hediye en güzel gerçeğe sarıldım hep, hayatımın mucizesi oğluma…


Çok eminim ki, hiç kimse sonunda boşanmak için evlenmez. Ortak bir yuvanın çatısını savurup yok etmek, sebebi her ne olursa olsun kimsenin hayali olamaz.


Aile olmayı hayal ederken, hayatla bilmeden yaptığımız kontratın sonucunda belki de aniden, hiç beklemediğimiz bir gerçekle karşılaşabiliriz. Boşandıktan sonra bir türlü rayına oturtamadığım hayatımızın otizmle birlikte giderek ağırlaşan en çalkantılı günlerden birinde aniden fark etmiştim, ben artık yalnızım!


Ya kendimle yeniden tanışıp, yalnızlığımı da sevmeyi öğrenip yola devam edecektim, ya da savrulup gidecektim…


Hala başa çıkamayıp savrulduğum günler olsa da, en büyük desteğim oğlumla yola devam ettiğimi gösteren umutlarım, aşkıyla beni iyileştiren sevgili sevdiğim ve beni derin yalnızlığımdan uzaklaştıran candost şanslarım var şimdi…


Bütün bu “itirafname” şeklindeki girizgâh, size bir kitaptan bahsetmekten çok, bana okurken kendimi aynaya bakıyormuş gibi hissettiren bir yaşanmışlığın kahramanı ile tanıştırmak için! O candost kadının adı Banu Conker, “kendini tamir etmeye çalışan bir kadının duyguları, yaşadıkları, yaptıkları…” diye betimlediği boşanma sonrası hikâyesini anlattığı kitabının adı ise benim için çok özel: “Ben Onu Tuz Kadar Sevdim”.



Siz hayatınızda birini hiç tuz kadar çok sevdiniz mi? Dünyadaki tüm tuzlar kadar? Kurduğunuz hayal şatosu tepenize yıkıldığında, onca tuzdan geriye sadece acı bir tat kalıyor kalbinizin tam ortasında. O zaman o tadı tamamen değiştirmek için yenilenmek gerekiyor.

“Hayatımı geri almak istiyorum. Hayatıma sahip çıkmak istiyorum, gerçekten yaşamak istiyorum.” diyerek başlıyor Banu boşanma sonrası geçirdiği değişimi anlatmaya…


Hem çok uzun hem de çok kısa hikâyesinde, yeni seçimler yaparak hayatını ve kendini nasıl değiştirdiğini, başımıza her ne gelmiş olursa olsun ancak olup bitenleri kabullenerek iyileşebileceğimizi anlatıyor. Can acısının ona hissettirdiklerini aktarırken kullandığı yalın dil ve konuşurmuş gibi ardı ardına dizdiği akıp giden dürüst kelimeleri öyle kolay kalbinize giriyor ki, bence okumaya başladıktan sonra, kitabı elinizden bırakamayacaksınız…


Bir insanı, çektirdiği tüm acılara, söylediği bütün yalanlara ve verdiği tüm sözleri tutmamasına rağmen affetmek, insanın her şey bir tarafa önce kendisinin “tamamlanmasını” sağlıyor. Belki de kendi hatalarımızla yüzleşip, kendimizi de affetmeyi öğrendiğimiz zaman farklı parlıyor güneş…


Banu Conker, kitabında sadece kendi boşanma hikâyesini anlatmıyor aslında. Bir kadının, gün be gün inişleri ve çıkışlarıyla betimlediği hayat yolculuğunda acılarından nasıl çok öğrendiğini, hayatın bize hazırladığı tuhaf sürprizleri nasıl kabullenmemiz gerektiğini, kendimizi mutlu hissetmek için aslında çok da büyük şeylere ihtiyacımız olmadığını fark ettiğimiz an, yaşama nasıl farklı bir pencereden bakabileceğimizi de gösteriyor.

Yolculuğu sırasında rastladığı, gündelik hayatın keşmekeşi sırasında es geçtiğimiz küçük keyifler, sıradan yaşam anıları, ona çağrışımlar yaptıran şarkılar, filmler ve kitapların eşliğinde, bazen keyifle gülümsetiyor, bazense gözyaşlarınızı çağırıyor. Satır aralarından haykıran kızıyla hayata devam etme çabasının gücü ise göz kamaştırıyor...


“Kendinizi bir kayık gibi denizin üzerine bırakabilirsiniz ya da bir ağaç gibi kök salabilirsiniz toprağa; bir kuş gibi uçabilir, bir ateşin içine düşebilirsiniz. Her şey mümkün, her şey insanlar için ve hayatın tadını anlayabilmek için her zaman bir tutam da tuz gerekli.”

Başka bir insan yerine, önce kendisini tuz kadar sevdiği zaman, hayatın tadının nasıl değiştiğini keşfetmiş, nefesinin gücüne inanan bir kadının hikâyesi “Ben Onu Tuz Kadar Sevdim”. Kitabı bitirdiğim zaman, Banu’nun bana öğrettiği şekilde, kocaman derin bir nefes aldım. Bizi bugüne, dostluğun derin sevgisiyle yaşamı paylaştığımız zamana getiren her şeye ve herkese, onu tanıma şansıma şükrettim. Candostum için şimdi en derin dileğim, hayatını dilediği gibi paylaşabileceği, onu gerçekten hak eden ruh eşine kavuşması!


Aynı yolun farklı kavşaklarından geçmiş yalnız bir anne olarak, Banu’nun bunca yıllık tanışıklığımıza rağmen keşfedemediğim hikâyesini okurken, son bir yılda yaşadığım değişim sürecimin son virajlarından birinde olduğumu fark ettim. Artık benim de tamamen affetmeyi öğrenmem gerekiyor…

O yüzden Nisan otizm ayımızın keyifli yorgunluğu üzerine gelen, gazın, suyun, acının ve vicdansızlığın etkisiyle örselenmiş bu haftamın Cuma’sında hiç başka bir şey yazmak gelmedi içimden…


“Her kötü şeyin mutlaka bilinmeyen bir hikmeti vardır” derdi anneannem, kendisi için yaşamayı çok iyi beceren bir kadındı. “Ben Onu Tuz Kadar Sevdim” çoktan fark etmem gereken bir hikmeti gösterdi bana, yaşamak öylesine güzel bir hediye ki, fark etmek için önce ben olmanın değerini bilmek gerekiyor…

İçimizdeki güneşin bizi yeni günlere hazırladığı keyifli bahar günlerimiz olsun!

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.