Büyük oğlan…
Güzel bir arkadaş yemeğindeyiz. Yeni dostluklar kuruyor, keyifli sohbetler ediyoruz. Bizim gibi, yemeğe misafir olarak gelen bir çiftle tanıştık. İkiz çocukları üniversite sınavına hazırlanıyordu. Şanal’ı soru yağmuruna tuttular. Ben de olsam, doktor ayağıma gelmişken fırsatı değerlendirirdim açıkçası… Sorular arka arkaya gelirken, ikizler, dikkatle cevapları dinlemeye özen gösteriyorlardı. Kibarlık olsun diye mi, yoksa gerçekten ilgilendikleri için mi bilmiyorum.
Ben konuşmaktan çok gittiğim ortamlarda izlenim enerjisi edinmeyi severim. Hayat beni böyle besliyor. Başka hiç bir şey, bir insanın hikâyesi kadar beni etkilemez. Bu yüzden ne araba markası, ne o kişinin eşinin işi aklımda kalmaz. Ben, o insanın dünyasına girmeyi, nasıl düşündüğünü, nasıl hissettiğini, korkularını, bastırdıklarını, tutkularını hissetmeyi severim. Böylece onun dünyasına adım atmış, onu tanımış olurum.
Sonra, kendimden bulduğum, beni yansıtan parçalara, farklılıklara bakarım. Nasıl olsa aynı ortamdayız, birbirimize bir şeyler vereceğimiz kuşkusuz.
Ben de bu sohbette, oğlanları izlemeye başladım. Ayrı yumurta ikizleriydiler. Biri daha içe dönük, diğeri daha dışa dönüktü. Biri, anne ve babasının her istediğini yapıyordu. Bu istekler bana, dakikalar geçtikçe abartılı gelmeye başlamıştı. Diğeri daha bir dokunulmaz, daha bir ayrıcalıklıydı ebeveynleri için. Bir süre sonra, o her şeyi yapan ikizin konuşma ve davranışlarındaki farklılıklar gözüme çarptı. Daha feminen davranıyordu. O anda, aslında bu kardeşin cinsel tercihinin farklı olduğunu ve sohbette beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu anladım. Ebeveynlerin soruları, aradıkları yardım, daha çok diğer çocuk içindi.
Sohbetin bir yerinde baba derin bir nefes alıp, “Bizim büyük oğlan için şunu düşünüyoruz Şanal bey” dediğinde, tüm kanımın çekildiğini hissettim.
Buradaki büyük oğlan, özel bir vurgu ile söylenmişti. Ben de sizin gibi, “Belki önce o doğmuştur” diye düşündüm bir an saf bir niyetle, ancak işin aslı öyle değildi. İkiz doğmuş olsalar da, babaları için doğan sadece biriydi ve o da büyük oğlandı. Büyük oğlan, yani erkek gibi erkek oğlan, ailenin göz bebeği olmuştu. Tüm umutlar ona bağlanmıştı. Diğer kardeşe ise evin kızı muamelesi yapılıyor, bir kız çocuğundan istenecek ne varsa isteniyordu. Sanki bir ceza kesilir gibi…
Ona dönüp, hayalinin ne olduğunu sordum. Sanatçı olmak istiyordu. “Haydi” dedim, “Bize bir şarkı söyle.” Baba biraz homurdandı, konuyu değiştirmeye çalıştı. Ben ısrarcı olunca, daha fazla itiraz edemedi. Şarkıya başladığında, o şarkıyı söylerken neler hayal ettiğini düşündüm. İçimden, onun dilekleri için “Amin” dedim.
Gerçekten güzel bir sesi vardı. Şarkı bittiğinde hepimiz yürekten alkışladık. Bu arada içe dönük olan kardeş feminen davranan bu çocuğumuz değil. Şaşırdınız değil mi? Ben de öyle… İçe dönük olan, ailenin beklentilerini yüklediği “Büyük oğlan”. Babanın anlatımlarından aslında çokta başarılı olmadığını anladım. “Hayatı şimdiden bıraktı” dediğinde, onun için de ayrıca üzüldüm.
Biz ebeveynler, farkında olmadan çocuklarımız arasında ayrımcılık yaptığımızda, aslında iki evladın beklentisini tek evladımıza yüklüyoruz. Bunun farkında değiliz. Beklenti, zaten başlı başına ağır bir şey, bir de bunu çarpın ikiyle. Bu yükü alan evlat da diğer kardeş ya da kardeşlerine haksızlık yapıldığının farkında oluyor tabii. Dolayısıyla farkında olmadan başarısızlık ya da başka bir şeyi çekebiliyor. Neden, çünkü iki amacı var. Birincisi “Ailenin diğerlerini de görme arzusu,” ikincisi ise “Merak etme kardeşim! Başarısız, mutsuz olarak, ben de sana yapılanın bedelini ödüyorum.” Ne ağır bir bedel değil mi? Bu yazıyı okuyan pek çok kadının, eğer erkek kardeşleri varsa, belli bir dışlanmayı hissetmiş olduklarını düşünüyorum. Hepsi olmasa bile çoğunlukla…
Bir danışanım, bebek sahibi olamadığı için bana gelmişti. Gördüğü rüyaları merak ediyordu. Rüyalarını yorumladığımızda, aslında kendisinin gerçekten bebek sahibi olmak istemediğini belirlemiştik. Neden mi? Çünkü dört kız çocuğundan sonra bir oğlan çocukları olan anne ve baba buldumcuk olmuşlardı. Öyle bir ayrım yapılıyordu ki! Evet, tavuk alındığında önce erkek çocuğa veriliyordu, kalırsa onlara… Öyle bir korku, öyle bir inanç kalmıştı ki bu deneyimden.. Eğer bebeği kız olursa, onun da aynı şeyleri yaşamak zorunda kalacağından korkuyordu.
Ne dram değil mi? Belki de bu “Diğer oğlanları” en iyi anlayacak olan biz kadınlarız. Hangi düzlemde olursak olalım, hala bir şekilde toplum baskısını, eşlerimizden, yakınlarımızdan psikolojik baskıyı hissediyoruz.
Aynı şey diğerleri içinde geçerli. Emin olun daha zor. Hastalık ya da değil, günah ya da değil, olaylara, hayata bakarken uçlarda olmayı, iyi - kötü, güzel - çirkin diye sınıflandırmayı sevmiyorum, ya da büyük-küçük diye… Hayat olarak bakıyorum. Orda bütünlük var. Orda birbirini tamamlama var.
Birilerinin çıkıp, yargı kılıcını Allah adına çekip yargılamasından da nefret ediyorum. Oysa Allah esirgeyen ve bağışlayan olduğu halde... Kadere inanıyorsak, bu diğer oğlanların kaderine neden saygı duymuyoruz? Verilecek bir hesabı varsa, bunu Allah katında yaratanı ile baş başa yapmasına neden izin vermiyoruz?
Neden onlara yaşama hakkı vermiyoruz? Birbirinden yetenekli olan bu diğer oğlanlar neden sadece bedenleri ile nefes almak zorunda? Ortada bir yanlış varsa, bir günah varsa bunu yapanın kim olduğunu sorun kendinize… Günaha teşvik edenin kim olduğunu…
Tüm yargılar, aslında kendi gölgemizle savaştan başka bir şey değil. O baba öyle söyleyerek topluma, “Bakın, ben de zaten kabul etmiyorum” mu diyor? Böylece kendi temize mi çıkıyor? Ya da temize çıkacak bir şey mi olduğunu düşünüyor bu durumun? Hepimiz yaratanın nefesini devam ettiriyorsak, yaratan, o nefesin hangi hayra hizmet ettiğini elbette bizden daha iyi bilecek.
O babanın, o annenin asıl hayat amaçları, evlatlarını olduğu gibi sevmek olabilir mi? Eğer bu bir sınavsa, kendinize şunu da sorun: Bu kimin sınavı? Kafanızı kuma gömerek bir şeyi halledemezsiniz. Kime ne oluyorsa, bize de oluyor. Bazı sınavlar, seçimler ortaktır. Kafanızı kumdan çıkardığınızda bıraktığınız fırtınaysa, yine onu bulacaksınız, cenneti değil…
Vedalaşırken her iki çocuğa da başarılar diledim. Sonuçlar açıklanınca hemen onları aradım “Ne var ne yok?” diye. Bizim oğlanın istediği sonucu aldığını, ama diğer büyük oğlanın başaramadığını öğrendim.
Bu beni çok şaşırtmadı. O gece bunu gözlemlemiştim. Onun için gerçekten üzüldüm. Elimde olsa “Kendin için değilse bile kardeşin için başar” derdim.” Bir bedel ödemek istiyorsan mutlu olarak bu bedeli öde!” Ama malum, yardım etmenin sınırlarını aşamıyorsunuz. Her ailenin bir kimyası var. Dışarıdan onlar istemedikçe müdahale edemiyorsunuz.
Umarım silkelenir kendisine gelir. Yolumuzu kaybettiysek hepimiz, deniz kenarında sahile vurmuş bir denizyıldızıyızdır. Her denize ulaşan denizyıldızı ise diğerlerine ışık olacaktır. Büyük oğlanda olsa diğer oğlanda olsa bu herkes için ortak bir kaderdir.
Aşk’la…
YORUMLAR