Kızlık zarı…

Karaburun, Ege'nin incisi… Kendinizi ve doğayı dinlemek için en güzel yerlerinden biri. Gündüz denize girdiğinizde kendinizi bebek gibi hissedersiniz. Deniz, sıradan deniz değil, ipek bir çarşaf gibi okşar. Sevgiyle sarar sizi. Gece ise, mehtap tüm düşlerinizle kucak açar size.


Bu yıl kızım ve eşimle birlikte dört günlük bir Karaburun kaçamağı yaptık. Tatilimizin ikinci günü, akşamüstü, tatlı meleğimiz küçük bir kaza atlattı. Yaşarken “küçük” olmuyor tabii. Geçip gittiğinde, içimizdeki o şükür hali ile bizi çok üzen bir şey bile “küçük“ olabiliyor.


Kızım dubadan arkadaşı ile atlarken ayağı kayıyor. Bir ayağı denizde, bir ayağı dubada asılı kalıyor ve kasığıyla vajinası arasında kesilme oluyor.


Şanal ile ağlama sesini duyar duymaz dubaya doğru hışımla yüzmeye başladık. Bu sırada, Ala’ya bizden daha yakın olan bir beyefendi, hemen onun dubaya çıkmasına yardımcı oldu.


Biz, Ala’nın yanına gelip onu görene kadar, bunun basit bir deniz kazası olduğunu düşünüyorduk, ta ki dubanın üstünü kanlar içinde görene kadar.


O anki üzüntümü kelimelerle anlatmam imkansız. Hiçbir ebeveyn çocuklarının saçının teline zarar gelmesini istemez.


Evlat, başka, bambaşka bir şeydir. Belki de en zor sınavımızdır evlatlarımız. Hem bizden bir parçadır evlatlarımız hem de bir gün yuvadan uçup gidecek emanetler.


Ala’ya yardım eden beyefendi, doktor olduğunu söyledi. İlk kontrolü hemen oracıkta yaptı. Hastaneye gitmemiz gerektiğini, dikiş atılması gerektiğini söyledi.


Karaburun yelken kulübünden Ömer hocamız hemen imdadımıza yetişti, Ala’nın denize girmeden karaya çıkmasına yardımcı oldu. Kumsalda herkes telaş içindeydi, biz de öyle.


Her ne kadar soğukkanlılığımızı korumaya çalışsak da içimizde fırtınalar esiyordu.


Arabaya binerken doktor bey yanıma gelip "Merak etmeyin, kızlık zarında bir şey yok,” dedi. Merak mı etmeliydim? O ana kadar merak etmemiştim. Aklımın ucundan bile geçmemişti. Benim için önemli olan kızımın sağlığıydı.


İlk iş Karaburun sağlık ocağına gittik. Onlar da bizi İzmir’e yönlendirdiler. Tekrar otele dönüp üzerimizi değiştirdik. Ala’ya bir kaç parça bir şey aldık, yemesi için. Odayla araba arası karşıma çıkan herkes, “Nasıl, iyi mi?” diye sordu. Ben, iyi olduğunu, hastaneye gideceğimizi, dikiş atılması gerektiğini söyledim.


Ancak tuhaf bir şekilde, cevabın kimseyi tatmin etmediğini fark ettim. Sağlık ocağındaki doktor da, olay anında müdahale eden doktorun söylediklerini söylemişti, "Kızlık zarına bir şey olmamış!" O zaman, aslında asıl merak ettiklerinin çocuğumun sağlığı değil, vajinasındaki zar(!) olduğunu anladım.


Cevap olarak, “Kızlık zarına bir şey olmamış” demek durumda kaldım. Herkes, önce rahatlıyor, ardından da, “Çok şükür" diyordu. Kızıma üzülmekle birlikte şaşkınlığım da artmaya başladı. O an anladım ki; okumuşu, doktoru vs. hepimizin aklı hala bir şekilde bacak arasında. Bir şekilde, hepimizin üzerinde; ne olursak olalım, kim olursak olalım bir mahalle baskısı var.


Sekiz yaşında bir çocuğun başına gelen kaza ile yargılanabileceğini ya da daha sonra bunun sorun olabileceğini görüyorsunuz. Hastaneye giderken neden herkese bu açıklamayı yaptığımı anlamaya çalıştım. Neden önemsedim bu kadar? Belki de kızım için. İleride böyle bir baskı, endişe duymasın diye. Ama kendimden çok utandım, bu baskıya yenik düştüğüm için.


Hastaneye geldiğimizde Ala’yı muayene ettiler ve ameliyata aldılar. Ben, utanılacak bir şey daha yaptım. Sürü psikolojisi ile doktorun yanına gidip, “Ameliyatta kızlık zarına bir şey olmaz değil mi?” dedim.


Yazarken bile tiksiniyorum kendimden. Emin olun. Bu kadar sığ olduğum için. Sizlerle paylaşıyorum ve yazıyorum ki, bir daha böyle bir sığlıkta bulunmayayım.


Allah’ın bildiğini kuldan saklamayayım! Doktor yüzüme baktı, genç biriydi. "Merak etmeyin, o bölge ile alakası yok,” dedi. Zaten böyle bir soruyu sormuş olmanın şaşkınlığıyla kendimden utandığım için cevabı da çok önemsemediğimi fark ettim.


İçimden, “Umarım beni tanımıyordur.” diye dua ettim.


Ne olursa olsun, o benim kızım. Canı, sağlığı yerinde olsun. Kafası çalışanlar, yüreği Allah sevgisi ile dolu olanlar olsun bizimle. Bacak arasında çalışanlar değil!


O geceyi hastanede geçirdik. Başında durdum kızımın. Sık sık onu izledim. Tahmin edeceğiniz gibi yeniden doğdum o gece.


Ertesi gün taburcu olduk. Kızımız, “Tatil kötü geçti” diye düşünsün istemedik. Yeniden Karaburun'a döndük ve tatile devam ettik. Kızım denize giremedi ama arkadaşları ile keyifli vakit geçirdi. Belki dönseydik eve, üzülecek ve tatil onun için her zaman olumsuz bir anlam içerecekti. Geri döndük tatile ve çivi çiviyi söker misali, acıyı oluştuğu yerde şifalandırdık.


Sonra ne mi oldu? Bir kişi hariç, herkes benzer bir şekilde soruyu sormaya devam etti. Bir arkadaşımla olanları paylaştığımda “Işık, Ala’nın acısını bırakıp insanlara kek gibi bunu mu açıkladın?” dediğinde, ”Evet” dedim. "Yuh!" dedi. Der tabii! Ben de olsam aynı şeyi derdim.


Evlat işte, toz kondurmuyor insan. Yoksa hala bir mahalle baskısı mı var üzerimde ve ben bu sebepten mi bunları size yazıyorum?


Aşk’la…

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.