Açlık Oyunları



Ruhum mu genç yoksa hayatın işaretlerini takip etmekte mi ustayım bilemiyorum.


Fakat daha düne kadar aklımda yokken kızımla birlikte gittiğimiz kafede bir bayan bana “Açlık Oyunları'nı okudunuz mu?” diye sordu ve ardından okumamı tavsiye etti.


Kitabı aldım ancak, okuma fırsatım olmadı. Birkaç gün sonra kendimi oğlumla "Açlık Oyunları" filmini izlerken buldum. Ağırlıklı olarak gençlerin geldiği bu filmi, bu kadar seveceğimi ya da bu kadar toplumsal mesajlar vereceğimi ummazdım.


Sorduğum pek çok sorunun cevabını filmi izlerken aldım. Hikâye güzelse filmin uzunluğu da katlanabilir oluyor.


Peki, neydi sorduğum sorular ya da soru?


Yıllar önce Şanal’la bir çalışma yapmıştık. Benim sık sık söylediğim bir söz vardı."Savaş çıkarsa ben saklanırım."


Sıklıkla söylediğim için Şanal da bunun altında bir şeyler olabileceği ile ilgili bir merak uyandı.


Eee! Kuantumcu, tabii yakalar. Bunun üzerine yapmış olduğumuz çalışmanın sonucunda, benim gerçekten de çok ama çok korktuğum çıkmıştı.


Korkum da, ölmek değil bir insanı öldürmek zorunda kalmaktı. Zorunda kalmak!


Nazım Hikmet der ki: “Henüz öldürülmek zorunda bırakılmadık ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan” Bu dizeleri neden çok sevdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Öldürmek zorunda kalmadık!


Nasıl olur da insanlar bir yanlışın peşinden gider? Hitler olayı, onun mutsuz çocukluğu, travmaları bunları anlayabilirim. Fakat onun milyonları etkileyip böylesine bir soykırımı gerçekleştirmesini anlayamıyorum. Anlayamam da.


Yazın, Atlas dergisinde gördüğümüz bir ilanla Rize’de düzenlenen ve çocuklar için olduğu iddia edilen, doğa ve sanat kampına çocuklarımla katılmaya karar verdik. Genellikle böyle katılımlarımda ince bir araştırma yaparım; fakat organizasyonu Atlas dergisinde okuyunca, sekiz yahut dokuzuncusunun düzenlendiğini de öğrenince araştırmak gereği duymadım.


Uçak biletlerimizi almamıza rağmen birkaç gün önce telefon açıp "Yeterli sayıda çocuk var mı?" diye sorduğumda, cevap; yetişkinlerden çok çocukların olduğuydu. Etkinlik çok cazip ve çok güzeldi. Kızım için de oğlum için de çok ama çok keyifli geçeceğini düşünüyordum aldığımız cevaplar neticesinde.


Çocuklarım ve ben, ilk gün, grupla tanıştık ve yola koyulduk. Her şey keyifle başladı. Bana gönderilen program uygulanmıyordu ama çok da dert etmiyordum. Sonuçta aksaklık olabilirdi ve bu daha ilk gündü. Zaman ilerledikçe gözlerim çocuk aramaya başladı, birkaç çocuk vardı sadece; ancak onlar da ya organizasyonu yapan kişilerin kendi çocuğu ya da akrabasının çocuğuydu.


Olamaz mı? Elbette olabilir fakat onların etkinlik kapsamında bir arzusu ya da beklentisi yoktu doğal olarak.


Bizi rahatsız eden süreç ise öğlen saatlerine doğru başladı. Abartmadan yazıyorum. Rakılar, biralar arka arkaya açıldı. Daha çok erkeklerin olduğu birkaç çiftin katıldığı bir programdı bu.


Rahatsız olmaya başladım, içmeye karşı olduğum için değil, çocuk programı olarak duyurulduğu içindi rahatsızlığım.


Üstelik çocuklar vardı ve onlar için hiç uygun bir ortam değildi burası. Yine de sabırla bekledik. Kamp yapacağımız yere ulaştığımızda bir koli rakı ortaya çıktı. Şaşkınlığım daha da arttı.


Evet koli diyorum şişe değil! Üstelik organizasyonla ilgili bir hazırlık dahi yapılmamıştı. Mutfak bir önceki etkinlikte nasıldıysa o şekilde bırakılmıştı. Oğlum; genç olduğu halde inanılmaz sıkılmaya, kızım; sürekli "Anne resim ne zaman?", "Drama ne zaman?" diye sormaya başlamıştı. Rakı kolisi açıldığında, ben, nihayet hazırlanan (oldukça geç) yemek sırasındaydım ve kızım inanılmaz acıkmıştı.


O sırada organizasyonu yapan Mehmet bey'e rastladım. Bana attığı maillerdeki etkinliklerin ne zaman yapılacağını sordum. Oldukça alkollü olduğu için inanılmaz bir tepki verdi, eşi de onu onaylayıcı bir konuşma yapınca daha da şaşkına düştüm.


Onların gözünde sanki ben, İstanbul’dan iki çocuğumla oraya olay çıkarmaya gitmiştim. Öyle bağırıyorlardı ki etraftaki insanlar bile bizi farklı algılamış olabilir.


Her şeye rağmen sabırla bana gönderdiği mailden bahsetmeye çalıştıkça, o üzerime yürüyordu ve ben geri bir adım bile atmadan anlatmaya devam ediyordum.


Korkmadığım için mi yoksa tüm olanların şokunda olduğum için mi bilemiyorum, bulunduğum durumu hazmedemiyordum.


Bir süre sonra birkaç kişi adamı durdurmaya çalışırken, karısı, hararetli bir şekilde bana hakaret etmeye başladı. Şaşkınlık üstüne şaşkınlık yaşıyordum. İnsanların seviyesizliği duygularımı zedeliyordu ve tüm bu çirkinlikler çocuklarımın gözü önünde gerçekleşiyordu. Kızım üzüntüden kusmaya başladı. Döne döne doktor aramaya koyulduk, organizasyonun içeriğinde olduğu söylenen doktor ya kuş olup uçmuştu ya da hayal ürünüydü. Kızıma iyi gelebilecek bir şeyler bile bulamamış olmanın üzüntüsüyle kalakaldım.


Şu an sakin bir biçimde yazabiliyorum; fakat orada ağlama krizine girmiştim, çocuklarımın yaşadığı sıkıntılar, böyle bir olayı deneyimlemiş olmaları ve tüm beklentilerimizin kırıklıklarla sonuçlanması...


Çocuklarım için endişe ettim. Kendi kendime kızdım. Alkollü bir adamın kaba davranışlarına ve karısının çirkin laflarına maruz kalmıştım. Her şeye rağmen beni en çok üzen ise oradaki insanların davranışlarıydı. Karşı koymalarıma ve direnmelerime karşılık başka bir bey yanıma gelip "Bu organizasyon yıllardır böyle? Neden sorun çıkarıyorsunuz?" dedi.


Bana gelen maili gösterdim ve sessiz kalarak karşılık verdi. O sırada yanımıza gelen başka bir bey de; ben ve ailemle aynı durumda olduklarını söyledi. Kibarca elimizden bir şey gelmez artık katlanacağız diyordu. Bana çıkışan adam mail sonrası oldukça üzüldü ve “Böyle bir mail geldiyse haklısınız.” dedi.


Ama genel yaklaşım “Kabul et ve sus” üzerine kuruluydu.


İnsanların dostları bile olsa yalana buna uyum sağlamalarını, kötülüğe yandaşlık etmelerini kabul edemiyorum. Bir ara aranızda “Anne evladı yok mu?” dediğimi hatırlıyorum.


Tanrım ne korkunç bir şey! Ne oluyor da insanlar duygularını, değerlerini yitiriyorlardı. Bana hayat demeyin. Hayat yaşam deneyimleri ile doludur.

Başımıza gelen şeyleri değiştirmek mümkün olmayabilir ama sonucu değiştirebiliriz.


Ertesi sabah derhal ayrıldık oradan ve yol üzerinde bir yayla evinde bize ikram edilen kahvaltıyı yaparken oğlum, fark etmiş olacak ki: "Anne, üzme artık kendini hem gece o kadar da kötü değildi; şarkılar söylendi, sohbetler edildi." diyerek yumuşatmaya çalışmak isterken, birden gerildi ve anlatmaya başladı.


Birkaç gün öncesinde bir çatışmada "verdiğimiz şehitler" için, onlar "aldığımız şehitler" diyerek bahsetmiş ve bunun üzerine şarkılar söyleyip kutlama yapmışlar meğer. Duyduğumda kanım dondu!


Dehşete düştüm! Baltayı bu sefer taşa vuran bu adamı gereken her yere şikâyet ettim. Durumun kendisi için olan vahim ehemmiyetini kavrayınca birkaç saçma mail gönderdi. Vazgeçmeyeceğimi idrak edince kızı aracılığıyla özür maili göndererek şansını tekrar denedi. Yapmadım.


Davadan vazgeçmedim. Geri adım atmadım, başkalarının başına da bu gelmesin, bir daha kimse bu şekilde kandırılmasın diye.


Hayata baktığımda anlayamadığım bir şeydir bu.


İnsanların birbirlerini nasıl kötüleştirdiklerini, pek çok şeye istemeseler de maruz kaldıkları halde bunu sindirmeleri...


Biz sonrası keyifle tatilimizi yaptık. Çok daha güzel bir şekilde. Orada olmamızın amacı eğlenmek ve gezmekti. Biz de bunu gerçekleştirdik. İstanbul’a döndüğümde hemen Kuantum bir düzleminde çalışma yaptım.


O deneyim sırasında neden bu kadar üzüldüğümü, öfkelendiğimi bulmak için. Ve altından köyde yaşadığım deneyimler çıktı. O zaman çocukken yaşadığımız şeyler. O dağın tepesinde olan şeyler bana geçmişi hatırlatmıştı. Oğlum ablam, kızım ben olmuştu sanki. Bu konuda asıl konuya geri dönmek için çok lafı uzatmayacağım.


Arzu ederseniz “Tanrı’dan Geleni Söyle” romanını okuyabilirsiniz. Açlık oyunlarının arasında kalmış iki küçük kız çocuğunun hikâyesini.


Gelelim yaşam işaretlerinin beni götürdüğü "Açlık Oyunları"na. Açıkçası filmi izlerken gerildim. Seçme şansının olmayışı, ait olunmayan bir hayatı kabullenme, mutsuzluğun rutinleşmesi ve öldürülmek üzere seçilmiş birkaç küçük çocuğa sunulan kısa süreli pembe bir hayat!


Oyun başlıyor. Her şey hayatta kalmak için.


Pek çok şeyi sorgulamaya başlıyorsunuz orada. Filmin içine giriyor, hikâyeyi kişiselleştiriyor ve sizin de farklı olsa bile böyle şeylere maruz kaldığınız gerçeği ile yüzleşiyorsunuz.


Henüz pek çok insan, hayatta kalmak ya da güvende olmak için bir başkasına tereddüt etmeden zarar verebiliyor, hırsları ve arzuları için yalanlar içinde yaşayabiliyor.


Bu bizim dünyamız! Değiştirmek için ne yapıyoruz?


"Açlık Oyunları"nda, başrolde olan kızımız ormana çıktıklarında kendine saklanacak bir yer arıyor. O da benim gibi, ne öldürmek ne de öldürülmek zorunda bırakılmak istiyor. Akıllıca.


Ben de olsam öyle yapardım. İncitmek istemezdim, kendi hayatımı kurtarma pahasına olsa da. Başarmakta zorlandığımız konu da tam olarak bu aslında.


Hayatımızın bir ömürden ibaret olduğunu sanmak ve bu dünyada yapacaklarımızla sınırlı olduğuna inanmak, yaşamın sonsuzluğunu görememek... Oysa dünya da diğer her şey gibi sadece bir nesne olarak varlığını sürdürüyor, ruhun sonsuz yolculuğu içinde.


Neye sahip olduğuna değil ne olduğuna bakacak yaratan. Dönüştün, değiştin ve iyi oldun mu? Yoksa nafile ibadetlerle ona ulaşmaya mı çalıştın? O kanar mı bu oyuna? O kalpte olanı görendir.


Ve kızımız karşı geliyor. İşin açıkçası, ben böyle bir akış beklemiyordum. Dövüş, mücadele olacak sanıyordum. O ise sistemle mücadele etti, değerlerine sahip çıktı.


Yıllar önce adına “kapı” dediğim bir rüya görmüştüm. Ben ona ayrıca ”hayatımı değiştiren rüya” da derim. Rüya sonrası, bir dua etmiştim. Uyanık yaşamda o kapıyı bulacak ve geçecektim. Öyle de oldu o niyet ve kararlılık beni bugün, buralara getirdi.


Bu yüzden Rabbime inanır onun kapısından ayrılmam.


Rüyada ilk kısımda birbirleriyle dövüşen insanlar vardı, ben onlar gibi olamam diye düşünüp olduğum yerde kalmıştım. Fark edilmek istemiyordum.


Aşağıda, dağın eteklerinde ise insanlar yukarıda olan bitenlerden habersiz ya da haberli oldukları halde habersizmiş gibi davranıyor ve sürüler halinde yürüyorlardı. Onlar nedense daha da itti beni. "Hayır," dedim "Onlar gibi de olamam, kayıtsız kalamam." Sanırım rüyamda bu iki farkındalık aslında bir sınavdı çünkü her ikisine de “hayır” dedikten sonra bana destek veren kalabalığın içinde, sakince duran o adamı ve arkasındaki aralık kapıyı görmüştüm. Rüyamda bir türlü adım atamamıştım ama sonrası... İşte buradayım ve sizinle yaşamı paylaşıyorum, birlikte çoğalmak ve güzel şeyleri yaşatmak için.


Açlık oyunlarında bizim yerimiz nedir?


Hangisini seçiyorsunuz? Hayatta kalmak için öldürmeyi mi yoksa korktuğunuz için öldürülmeyi mi? Yoksa başka bir seçenek olabileceğini mi?


Değiştirebileceğinizi mi? Yoksa sizin adımınızla kelebek etkisi ile yaşama gelecek nesillere güzel bir hediye bırakmak mı?


Korkuyor musunuz? Ben de çok korkardım.


Zaman zaman hala korkuyorum ama inanmaktan ve güvenmekten vazgeçmiyorum. Bizi bu yola getiren güvenle de yürütür.


Aşk’la…

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.