Orda bir şehir var uzakta...
İki küçük kız çocuğu “anne” diye ağlıyorlar. Kapatıyorum televizyonu. Kızıma sarılıp, oyunlar oynuyorum. Ne kadar komiklik varsa yapıyoruz. Yetmiyor. Paylaşıyorum bu anları can dostlarımla. Biliyorum, hepimiz içimizden ağlarken, gülümsüyoruz. Teselli etmeye çalışıyoruz kendimizi. Bir avuç insanız, yüreklerinde dünyayı taşıyan. Büyük sevgimiz o yüzden anlamlı.
Biliyoruz, içimizde masallarını yitirmemiş çocuklar var.
Bu da yetmiyor. Tetiklendi yine çocukluğumdaki yalnızlık, iki küçük kız çocuğunun “anne” çığlığıyla...
Kızımı uyutuyorum. O kedisi Sütlaç’a, ben de ona sarılıp yatırıyoruz. En son, ayakucumuza köpeğimiz Köpük gelip yerleşiyor. Ekip tamam. Kızımın burnu hafif tıkalı. Onun nefesini, Sütlaç’ın sütü yine fazla kaçırdığı için karnından gelen ve ince bir bebek sesini andıran gurultusunu ve köpüğün horlamalarını dinliyorum bir süre. Ne güzel içimi ısıtıyor. Nefes, ne güzel bir yaşam enerjisi veriyor. Dinlemek, hayatı hatırlatıyor. Uyku tutmuyor. Üç silahşörleri oda da bırakıp çıkıyorum.
Kitapları karıştırıyorum. Gözlerimi kapattığımda, bir an ablamı ve kendimi hatırlıyorum. Mazi fırsatı yakaladı yine, “ce ee” yapıyor.
Köyde yaşadığımız, pardon yalnız yaşadığımız o iki yıl boyunca, ablam anne, ben baba rolünü üstlendiğimizde, çabucak büyümeyi seçmiştik farkında olmadan. Çabucak büyürsek, kolay uyum sağlarız, güçlü oluruz diye düşünmüştük. Yine de, düştüğümüzde, hasta olduğumuzda, içimizdeki küskün çocuk uyanır, sadece, ama sadece “Anne!” diye ağlardı, “Anne” diye seslenirdi. En kötüsü, cevabın gelmemesi olurdu. O zaman bir sessizlik çökerdi iki odalı evimize. Sonra birimiz kendine gelir, evcilik oyunumuza geri dönerdik.
Bir çocuk seslendiğinde, yardım istediğinde, sadece karanlığın cevap vermesinin nasıl bir şey olduğunu yaşadım… Sadece sessizliğin, ruhunu nasıl üşüttüğünü yaşadım…
“Çocuktur, unutur” deriz. Keşke çocuk olsak, “Hayat daha güzel” deriz. Deriz ama öyle değildir işin aslı. Her şey, tüm duygularımız, düşüncelerimiz, inançlarımız, hayata bakış açımız, çocukken şekillenir. Bu yüzden çok önemlidir 0-6 yaş. Üzerine basa basa konuşur, yazar, ama nedense “Çocuk olmak lazımdı” deriz. Çünkü bizim kuşağımızın yaşanmamış çocuklukları çok fazladır. Belki hala öyle. Geliştik, değiştik diye dünyayı yeşil, yemyeşil görüyor olabiliriz ama belki hala bir yerlerde, çocuk olmadan büyük olmak zorunda kalanlar vardır. Onlar da bir gün özleyecekler çocukluklarını ve çocukları olduğunda, kapatmak için içlerindeki açlığı, daha çok verecekler koşulsuzca. Bizim gibi…
Çocuktum ve unutmadım… Unutulmuyor… Çocukken sadece kabul ediyorsun, anlamıyorsun. Doğrunun bu olduğunu düşünüyorsun, her ne yaşıyorsan. Ya da küçük kalbinde arıyorsun suçu. Ve bu yaralarla büyüyorsun.
Kimimiz acıya tutunuyoruz, kimimiz sevgiye. Kimimiz kurban rolünü oynuyoruz, kimimiz kahramanı.
Ben her şeyi, sanırım fırsata dönüştürdüm. Acıya tutunmak yerine, onların beni benim hayatımı, güçlü ve sevgi dolu kılmasına izin verdim. O iki yılın eksikliklerini görürken, bana kattıklarını da görmeyi seçtim. Benim yaralarımı iyileştirmesine izin verdim. Bu yüzdendir tüm geçmişimi şükürle anıyor olmam. Şükürle anmanın sonraki adımı ise, sahip olduklarına şükredip, yaşadığın deneyimlerle fark yaratabilmek. Bunca yaşam, sadece şükretmek için yaşanıyor olamaz. Şükretmek, bir süre sonra aldıkların değil, hayata verdiklerinle değerli oluyor…
Fark yaratabilmek, faydaya dönüştürebilmek. İşte ruhsal büyüme bu. Sahip olduklarınla, yaşadıklarınla fark yaratabilmek.
İki senedir, Van’daki bazı okullara, Facebook grubumdaki can dostlarım ile yardım gönderiyoruz. Deprem haberi gelince öğretmenimizi aradık. Ulaşmaya çalıştık, ama ulaşamadık. Sonra fotoğraflarına baktım ellerindeki hediyelerle bize el sallayan çocuklarımızın. İçim, fırtınaya yakalanmış gibi sarsıntı geçirdi. Ya bir şey olduysa onlara! Peki ya seslerini duymasaydık yıllar önce, ya o sevince ortak olmasaydık!
Seslerini duymasaydık, cevapsız kalsalardı! “Orda bir şehir var uzakta. Gelmeseler de, görmeseler de, o şehir bizim şehrimiz” mi diyeceklerdi? Ve biz o köyü, bizden ayrı mı düşünecektik?
Bir parça teselli ediyor bu fotoğraflar beni, ama içimdeki fırtına dinmiyor.
Her şeyi gönderebiliriz kargoyla, postayla.
Peki ya sevgiyi… Ya bir battaniye altında bir çocuğa sarılıp, “Her şey geçecek, yanındayım, güvendesin” sözlerimizi…
İçimdeki kız çocuğu bana sesleniyor, “Haydi “ diyor… “Gidip masallar anlatalım.”
“Olur” diyorum.
Ve yola çıkıyoruz. En geç çarşamba sabahı.
Dua edin hepimiz için. Eğer sizler de karanlıkta bir ses olmak isterseniz, bize katılın.
Orda bir köy var uzakta. Gitmesek de, görmesek de, gidilmeye, görülmeye ihtiyacı olan… Orda bir köy var uzakta ve o, sadece bir toprak parçasından ibaret değil… Orda canlar var… Orda bir parçamız var…
YORUMLAR