Peder ne der, kader ne der?

Gerçek hazırcevaplar konuyu akıl süzgecinden geçirir, hızlı ve doğru düşünür, rasyonel akılla yorumlar ve hızlı karar verirler. Düşünceleri üslubu ile karşı tarafı rencide etmeden ifade ederler.





Hazırcevap olmak ileriyi görmek, söylemlerin sonucunda gidilecek yolun en uç noktasını bilmek demektir. Yolun sonundaki sokağın çıkmaz olması riskini görmek, virajlarda güvenli dönüşler yapabilmek demektir.

Hazırcevap olmak, vizyoner olmak demektir. Stratejik bakış açısına, kıvrak bir zekâya, uz görüye sahip olmak demektir. Yanıtı, yorumu, geri bildirimi sıcağı sıcağına; hızla düşünerek vermek, gerçeği yalın bir şekilde ifade etmek demektir. Sıcağı sıcağına diyorum, çünkü hazırcevap olmak hızlı olmak demektir. Konu güncelliğini yitirmeden etki ve tesiri en üst seviyede iken söz almak ve yanıtlamak demektir.


Hazırcevap olmak yetkinliği farklı ve yanlış algılanmamalı. Düşünmeden iletişime geçmek ile karıştırılmamalıdır. Gerçek hazırcevaplar konuyu akıl süzgecinden geçirir, hızlı ve doğru düşünür, rasyonel akılla yorumlar ve hızlı karar verirler. Düşünceleri üslubu ile karşı tarafı rencide etmeden ifade ederler.


Zamanında sıcağı sıcağına, kıvrak bir zekâ ile olması gereken şekilde; rencide etmeden, kırmadan dökmeden, zaman zaman ders niteliği taşıyan hazırcevaplık kısaca dünden bugüne kazanılan bir yetenek değil, çocukluktan başlayan ve yetişkinlikte süren bir kabiliyettir.


Tarihte devlet adamları, şairler, ressamlar, edebiyatçılar, düşünürler, sanatçılar hazırcevaplıkları ile ün kazanmışlar tarihe imzalarını atmışlar, nesilden nesile aktarılmışlardır.

Nasıl mı olur hazırcevaplık?


Bazen acele ettirilirsiniz, güçlükle karşılaşırsınız; düşündüklerinizi söylemek istersiniz, acele ettirenle paylaşamazsınız. İşte size geçmişten bir örnek;




Yahya Kemal bir yokuşu çıkıncaya kadar nefes nefese kalır. Yokuşun sonundaki lokantadan bir garson seslenir:


-Buyurun beyim ne alırsınız?




Yahya Kemal tebessümle:


-Evlat, müsaade edersen bir nefes alacağım.




Bazen de öyle zamanlar, anlar yaşarsınız ki bulunduğunuz topluluklarda sözün bittiği o nokta gelir. Konuşmazsınız ama sessizliğin gücü daha büyüktür. Buna en güzel örnek Sokrates ile öğrencisi arasında geçen bir diyalogdur.


Talebelerden biri Sokrates’e sormuş:


-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde, niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?


-Evlat, demiş Sokrates. “Biley taşı keskin değildir amma, en sert demiri bile keskin eder...




İyi bir iletişimci, iyi bir satışçı, iyi bir pazarlamacı, iyi bir araştırmacı, iyi bir takımdaş ve etkili bir lider olmak için bulunduğumuz ortamlarda sorulan soruları anında yanıtlayabilmeli, sessizliği bozan o ışık dolu sözleri ivedilikle sarf edebilmeliyiz.”


Hazırcevaplık gerçekten de derinine indikçe pek çok söz sanatını da içinde barındıran bir yetenektir. Hazırcevaplıkta teşbih yani benzetme, istiare yani eğretileme, kinaye, mecaz, teşhis yani kişiselleştirme, tariz yani taş atma, tenasüp yani uygunluk ve nükte kullanılır. O zaman gerçek bir hazırcevap olmak için edebiyat bilmeli, doğru ifadeyi doğru duygu ile eşleştirebilmeli ve istediğimiz etkiyi ve tesiri karşı tarafta bırakabilmeliyiz.

Akıl süzgecimizi hep yanımızda taşımalıyız…


Bilgimizin derinliği ile doğruları söylemeyi ilke edinmeli, bununla beraber akıl süzgecini hep yanımızda taşımalı zamanlamaya dikkat etmeliyiz.




Mevlana “Her zaman doğruyu söyle ama her doğruyu, her zaman değil!” der.


Bana göre, iletişimi başlatan iletişimden sorumludur. Günlük yaşantımızda iş veya iş dışı ortamlarda konuşurken her zaman özlü sözlerle dolu, büyük kitleleri etkileyecek kadar yankı uyandıracak konuşmalar yapmıyoruz. Burada en önemli nokta konuya hâkim olmamız ve duraksamadan akıcı bir ifade ile konuyu aktarmamızdır.


Peki, hazırcevaplık nerede devreye giriyor değerli işkadınları?


Bazen konuşma sırasında öyle sorularla karşılaşabiliriz ki verilecek hızlı bir cevabımız yok ise başlattığımız iletişim yine bizim suskunluğumuz ile sona erebilir. İşte bu anlar beklenmedik yanıtlarla, bilgimiz, fikrimiz ile hızlı ve hazır yanıtlarımızla etkimizi gösterdiğimiz “hazırcevap” unvanı aldığımız anlardır.


Zorlu rakipler, ısrarcı arkadaşlar karşısında nasıl hazırcevap oluruz?


Bazen zorlu bir rakip, ısrarcı bir arkadaş, zor bir kişilik karşısında hazırcevap olmak oyunu kazanmak ve son noktayı koymaktır.


Bernard Shaw, İngiltere'nin ünlü devlet adamı Churchill'i kendi yazdığı Pgymalion oyununun ilk gecesine davet eder ve davetiyeye şu notu yazar: İlişikte iki kişilik bilet bulacaksınız. Bir dostunuzu da getirebilirsiniz; eğer bir dostunuz varsa! Churchill, daha önce başka bir yere söz verdiği için oyuna gelemeyeceğini belirterek özür dileyen bir mektup yazar, biletleri iade eder ve bir not ekler: Piyesinizin ikinci gecesine gelebilirim, eğer ikinci gece oynarsa…




Bazen fırtına habercisi olan bir diyaloğu mendirekten ustaca manevra yaparak atlatabilirsiniz.

Zamane gençlerinden biri bir toplantıda Akif’i küçük düşürmeye çalışıp:


- Siz baytardınız, değil mi? demiş.




Akif, istifini bozmadan şu cevabı vermiş:


- Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?


Maalesef ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri bilgisinin derinliği olmayan kişilerin kulaktan dolma, etraftan duyma ve gazeteden okuma bilgilerle her konuda uzman olduklarını düşünmeleri ve daha da ilginç olan bu uzmanlığa kendilerinin de inanıp işinin ehli kişilerin karşısında durma cesaretini göstermeleri. Böyle anlardan birini yaşayan Neyzen Tevfik hazırcevaplığı ile karşısındaki sözde uzmanı bakın nasıl etkisiz hale getiriyor:


Tanıdıklardan biri, yazdığı romanın müsveddelerini Neyzen Tevfik’e göstererek fikrini sorar:


Neyzen beğenmediğini ifade edince, adam:


-İyi ama der. Siz hiç roman yazmadınız ki!


Neyzen Tevfik şu cevabı verir:

-Ben yumurtanın tazesini de bayatını da iyi anlarım. Ama bu güne kadar hiç yumurtlamadım.




Pervasız tavırlar ve egoları nasıl düzleştiririz?


Bazen verilen emekleri, yapılan mücadeleleri, alınan zorlu kararları kolay gören, kıymeti sadece rakamsal değerlerle ölçen pervasız tavırları ve egoları düzleştirmektir hazırcevaplık…




Vaktiyle Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon Bonapart'ı bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:


-Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek öteki yeri zapt etmeliydiniz…




Buna benzer fikirlerini dillendirmeye devam edince Napolyon;


-Evet demiş; onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.


Cambaz ipte, balık dipte…


Ne diyelim işinin erbabı olana saygı duyalım, etkili iletişim kuralım, anlayalım, anlatalım, anlaşalım… En iyi bildiğimiz işi yapalım eskilerin dediği gibi “Cambaz ipte, balık dipte gerek!”




Bilgimizi hep güncelleyelim, ‘biliyorum’ yerine ‘ne biliyorum ki’ düşüncesi ile hareket edelim. ‘Ne oldum’ demeyelim, ‘ne olacağım’ diyelim…


Fatih Sultan Mehmet, çocukluğunda biraz yaramazlık yapınca, babası olan 2. Murat Han:


-Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz diye çıkışır.




Orada bulunan ve velâyet sırrıyla kalp gözü açık olan Akşemseddin Hazretleri, hafifçe gülümseyerek şöyle der:


-Peder ne der, kader ne der!

Sevgiyle ve çalışarak kalın…


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

Yazarın önceki yazıları

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.