Yalnızlık dinmeyen bir sızıdır

Yalnızlık dinmeyen bir sızıdır.

Eğer bazı kimseler, bunu benliğin bir çeşit kurtuluşu gibi göstermek istemişlerse yanılmışlardır. Bir sürü hayvanı olan insan, sürüsünden ayrı düşünce zavallı, mustarip, avare bir yaratık oluyor. Bunu sürüye dönmekten başka avutacak bir şey yoktur.


...bana bir tanıdık diyordu ki: “Ne bu zırhlılardan, ne bu ordudan, ne sokak başlarındaki bu makineli tüfeklerden korkuyorum. Beni, korkutan şey, kendi aramızdaki anlaşmazlıklar, kendi aramızdaki nifaklardır. Bizi asıl bu mahvedecek.”


Ben içimden diyordum ki, bu adam, bu hükmü hep İstanbul’a göre veriyor, karışık ve bulanık bir şehir halkının huyunu bütün millete mal ediyor. Asıl vatanı, asıl milleti, Anadolu’yu hesaba katmıyor. Orası, buradaki nifaklardan ve pisliklerden arıdır. Orası, benim gözümde, ıstırabın en özlü alevlerinde kaynayıp pişmiş bir hayat mayasıyla yuğrula yuğrula kutsallaşmıştır.


Bu ülkede, temiz yürekli, duygulu ve candan insanlar vardı. Zenginin kapısı fakire hep açık ve gurbet yolları, sonunda mutlaka bir sıcak yurda ulaşıktı. Orada, bütün kadınlar ana, bütün kızlar kardeş ve bütün çocuklar evlattı. Oranın taşı arkadaş, yoksulluğun derecesi bence malumdu. Fakat, bu maddi yoksulluğun içinde bir manevi varlık bulacağımı sanıyordum.


Şimdi ne görüyorum? Anadolu... Düşmana akıl öğreten müftülerin, düşmana yol gösteren köy ağalarının, her gelen gasıpla bir olup komşusunun malını talan eden kasaba eşrafının, frengiden burnu çökmüş sahte sofuların türediği yer burasıdır.


Burada, bıyıklarını makasla kırptı diye nice fikir ve ümit dolu Tük gencinin kafası taş altında ezildi. Burada yüzü düşmana dönük, nice vatan mücahitleri savundukları kimselerin eliyle arkadan vuruldu. Burada milli timsalin, milli bağımsızlık sembolünün yolu kaç defa kesildi...*


*Bu satırlar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun seksen küsur yıl önce İstiklal Savaşı günlerinin hemen ardından yazdığı, dönemi anlatan Yaban romanından alınma.


***


Gelelim bugüne...

Geçen akşam Ahmet Ümit televizyonda anlatıyordu:

“Bizim halka bakış açımızda bir sıkıntı var, özellikle solun halka bakış açısı çok romantik. Halkı kutsuyoruz. Sonuçta insanlar çok basit bir şekilde şunu düşünüyor; evime ne kadar ekmek götürebiliyorum, ben evime gidebiliyor muyum, başımı sokacak bir evim var mı, hayat devam edebiliyor mu? Biz diyoruz ki; ama bir dakika burada yolsuzluk iddiaları var, ama bir dakika burada otoriteleşme eğilimi var, ama bir dakika burada zulüm var, ama gezi parkı... Halkın çoğunun umurunda değil bu! Halk şunu düşünüyor; nasıl durum? Ya iyi işte, fena değil, bir yolsuzluk da var ama iyi kötü devam ediyor... Yaşanabilir bir şehir ne demek? Sen, ben diyoruz ki; binalar arttı, trafik öyle, yeşil alan yok, tiyatroya-sinemaya nereye gideceğim? Halkın bununla bir ilgisi yok! Bizim daha gerçekçi olmamız gerekiyor.”


***


Seksen yılda bir ülke hiç mi değişmez?

Sosyolojisi, kültürü, psikolojisi aynı değerlendirmeye mi maruz kalır?

Bize çok uzun gibi görünen bu süreç, bir toplum için yeterli değil ne yazık ki.

Biz görür müyüz bilmiyorum ama bir gün elbette bizim şikayetçisi olduğumuz bu sistem çökecek, çökmek zorunda! Çünkü dünyadan kopuk yaşayamayız.


Peki, bu nasıl olacak?

Ahmet Ümit ne diyordu, “Çok romantiğiz, daha gerçekçi olmalıyız.”

Keşke başlangıç için bu öğüde kulak verilse...


Ya sonra?

Yine Yakup Kadri’ye döneceğim bu noktada. Yukarıdaki pasajın devamında Türk aydınına şöyle seslenir yazar:

“Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.

Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.”

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.