Bu yazıda bir harf noksan!

Bir harfi hiç kullanmadan, o tuşa hiç dokunmadan yazılabilir mi?


Fransız dahi yazar, 1969 yılında yayımladığı La Disparition isimli romanında bunu sınamıştır, dahası başarmıştır. Sözcük dağarcının onda dört oranında daralmasına karşın, bir harfi hiç kullanmadan üç yüz sayfayı aşan romanını yazmıştır. İddia odur ki, yazarı açıklayana kadar o harfin yokluğunun farkına varan çıkmamıştır.


Türk okuruna Kayboluş adıyla sunulan kitap, tıpkı orijinali gibi aynı harfi barındırmaz.


Bir olasılık okuyanlar konuya vakıftır; yazar romanında, Anton Ssliharf adlı kahramanın kayboluşunu anlatır. Anton’un yanı sıra söz konusu o harfin kayboluşuna da tanıklık yapılır.


Okurun bu kayboluşa dahil olması güçlü bir olasılıktır. Çünkü yazarın dil oyunları, hüznü mizaha dönüştürüşü ya da anlamsızlıkları kurgulayışı mutlaka sayfaların arasına alır okuru. Tabii sıkılmamış olan okuru...


Burada aynı oyunu oynamayacağım.

Ama “Bir harfin yokluğunda yazı yazılabilir mi?” sorusunun yanıtını bulmak için büyük bir arzu duyuyorum.


Aslında yanıt basit; yazılabilir. Ki şu anda yazıyorum.

Kolay oluyor mu?

Hayır!


O zaman doğru soru şu olmalı:

Bir harfin yokluğunda ortaya nasıl bir yazı çıkar?

Karmaşık mı yoksa fazlasıyla basit mi?

Anlamlı mı yoksa arapsaçı mı?


Bir kıyas lazım bu sorunun yanıtını bulmak için.

Yanlışa vardırmayan, taarruza uğratmayan, bütün akıllara yatkın olan.


Kayboluş’un kılavuzluğunda yol alacak olursak kıyas ortada; bir harfin noksanlığının karşısına bir insanın yokluğunu koymalıyız.


Misal...

Anacığın olmasaydı yahut baban... Daha aklın ayaklanmadan ölmüş olsalardı... Bu mu olacaktı yaşamın? Yoksa kusur mu kalacaktı bir yanın?


Misal...

Bu yaşına kadar tanıştığın insanlar...

Hayatına kattıkları... Hayatından çaldıkları...

Ya onlarla hiç karşılaşmasaydın?

Tam da şimdiki gibi mi olurdun, yoksa noksan mı?


Birinin yokluğu nasıl ki hayatı tam yapmazsa, tadı tuzu farklılaştırırsa...

Bir harfin yokluğu da yazıyı arsızlaştırır.


Çünkü yazar sözcük arayışında sağa sola savrulur. Bazı zaman o duvardan şu duvara çarpılır. Yitirmişliğin açtığı boşluğu doldurmaya çalışır. Baş ağrısı, hiç susmayan bir karga ötüşünün yarattığı ruhsal kızgınlığa ulaşır. Utanma hissi, şatafatlı koltuğunu utanmazlığa bırakır.

Tıpkı birinin yokluğunda boşlukta kalan, o boşlukta kaybolan bir insan gibi...


Tabii ki, bir harfin dışlanması hatta yok sayılması namümkün olamaz ama nahoştur.

Tıpkı bir insanın dışlanması hatta yok sayılması gibi...


Bütün bunlar bir yana, bilhassa vurgulamak zorundayım, harf-insan yokluğu kıyaslaması şu noktada birbirini tartmaz:

Bir harfin noksanlığının farkına varılmaması ayıptır, o kadar.

Ama bir insanın yok oluşunun farkına varılmaması kahır yüklü bir vurdumduymazlık şarkısıdır. Vahim bir gidişatı ayrımsamama durumudur, sokaktaki mahluk davranışından farksızdır. Yazık ki günümüzün klasiğidir, politiktir, küstahlıktır.


Yazımı Kayboluş’a sokulamayan o bahtsız harfi hiç kullanmadan yazdım ya, hadi son söz bahtsızlığın yaratıcısına ait olsun:


“Ak bir boşluğun arkası karanlıkla doludur. Yazılanı anlamıyorsan yazılmayana bak!”


YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.