Metrelik cetvel
Bir zamanlar, bilfiil gazeteciyken, en büyük zevkimdi gazete okumak, sayfaları incelemek, köşe yazarlarını takip etmek. Eve transfer olduğum zaman, değil okumak gazetelere bakamıyordum bile. O nedenle ‘oralarda’ neler olup bittiğini günü gününe bilmiyordum.
Şimdilerde ancak göz ucuyla umursayabiliyorum. Sinirlenmeyeceğim veya üzülmeyeceğim şeyler olursa, daha çok umursuyorum.
Geçen hafta en çok, “Kadın pergel gibidir” ifadesine güldüm. Zorunluluktan çalışması gereken kadının bir ayağı (soldu galiba) dışarıdaysa, bir ayağı da (tabii ki sağ) evde olmalıymış. Kadının asli yeri eviymiş ama... (O zaman koca bir aferin bana!)
“Tamam, ben pergellikten yırttım, bana ne!” deyip yürüyecektim ki Ezgi Başaran’ın “Biz bir anlamda pergeliz de, siz de cetvelsiniz yahu!” nidasıyla karşılaştım.
Olsa olsa 10 santimlik, plastik, güdük bir cetveldi herhalde sözüne ettiği...
Cetvel dedim de...
Asıl anlatmak istediğime geleyim...
Sun Tzu’nun ‘Savaş Sanatı’nda “Üstün yetenekli komutan gücü yeterli olmasa da savaş kazanmayı becerebilir” diktasını ‘ev işleri’nde kullanmaya karar vermemin ertesi günüydü.
Moralim süperdi!
“Sen halledersin Belgin!” diye tekrarlıyordum.
Her geçen gün şişen bir karnım vardı.
Gazeteciliğin yerini evlilik, gazetelerin yerini tencere-tava, bilgisayarın yerini televizyon almıştı.
Hormonlarım değişiyordu.
Sadece yan yatabiliyor; başta sigara, alkol ve kahve olmak üzere zararlı tüm mamullere uzaktan selam veriyordum.
Evet, ‘ev kadını’ sıfatımı kanıksamaya çalışıyordum ama ev işlerinin üstesinden gelme savaşını ben kazanmalıydım. Evet, karnımdaki oğlum duygusal kudretimi artırırken fiziksel gücümü azaltıyordu ama ev işlerinin üstesinden gelme savaşını yine de ben kazanmalıydım.
Ve moralim süperdi!
Tamam, bazı şeylere aklım hiç ermiyordu!
Misal; perde yıkamak!
Ama yine de ne kadar zor olabilirdi ki...
Daha önce ya anneciğim beni ziyarete geldiğinde paklardı perdeleri ya da sevgili Arzu. (Ondan sonra söz edeceğim.) Ama Allah aşkına perde yıkamakta ne var! Ben bu savaştan pekâlâ galip gelirdim!
Önce ince dantelli tüllerimi, perdecinin perdeleri getirdiğinde verdiği perde yıkama torbasına büyük bir özenle tıktım. Sonra aynı büyük özenle onları çamaşır makinesinin içine tıktım. Deterjan, leke çözücü, kireçlenmeyi önleyici toz ve yumuşatıcıyı makinedeki gözlere döktüm. Tüllerim bembeyaz olacaklar sevinciyle düğmelere bastım; 90 derecede beyazlar için ön yıkamalıya programladım.
Herhalde iki saate yakın bir zaman geçti, sarsılarak durdu canavar!
İki dakika boyunca ağzını açmasını bekledim başında, bir de keyfine düşkün pis canavar!
Koca dudaklarını zevkle araladığında karşılaştığım o manzarayı hala unutamıyorum. Perdelerim resmen yenmişti!
Perde torbaları neredeydi bilmiyorum ama ortalık savaş alanına dönmüştü.
Tam anlamıyla bir kaos; ipler, perdelerin ucuna takılan korniş zımbırtıları, dantelcikler ve can çekişen dünyanın bütün tülleri... 1. Çamaşır Makinesi
Meydan Muhaberesi...
Cesaretimi toplayıp, nefes bile alamadan, elimi canavarın lavanta kokulu, yuvarlak, soğuk ve tıka basa dolu ağzına soktum. Tüllerime hayat veren dantelleri kendime çektim, lime limeydi. Parmak uçlarımla, daha fazla acı çekerler çekincesiyle dokundum onlara. Bu sırada canavarın ağzından sarkan tüllerim ağlıyorlardı. Ipıslaktılar.
Yere çökmüşüm!
Savaşmak belli ki beni yıpratacak, sevgiyle bu işin üstesinden gelmeli diye düşündüm, gidip Sun Tzu’yu özenle başucumdaki etejerin çekmecesine kaldırdım.
Derken...
Kocam geldi, elinde bir cetvel, “Belgin akvaryumu nereye kuralım?” dedi.
“O elindeki ne hayatım?”
“Metrelik cetvel, su terazisi de var, bak!”
“Seksen santimlik akvaryumun yerini ölçmek için cetvel mi kullanacağız, hem de su terazili?”
“Ben detaycı adamım, öğrenemedin mi daha?”
“Haklısın, sadece ebatları ölçmek yetmez, oturduğu zemin de düzgün olmalı.”
“Sen şimdi boşver cetveli teraziyi de, bu perdeler nerede?”
“Ya, anlatsam inanmazsın!” dedim gözlerimi devirerek.
Kocam anlamıştı bir şeyler olduğunu. Gülmeye başladı. Metrelik cetveli bana uzattı.
“İnanırım Belgin inanırım, anlat hadi...”
YORUMLAR