Zor zamanları atlatma kılavuzu
İnsanın nefesi, bedeni, iç dünyası ile teması sanki bir boş ve rahat zaman aktivitesi. Kişisel dünyamızda zor günlerden geçerken, ya da toplumsal olarak etrafta korku, panik ölüm kol gezerken bu “fasulyeden” aktivitelere yer kalmayıveriyor. Nefes, beden, iç dünya yok oluyor... Hep dışarıdan sesler... Hep dışarıya bakmalar... İkinci el fikirler, telkinler....
Herkes kulak kesilmiş bir başkasının ne dediğini dinliyor. Dışarıdan sesler, hikayeler iç dünyamızı istila ediyor.
Bugünlerde; nefes, beden, iç dünyamız yok hükmünde.
Halbuki neden korkuyoruz bu kadar ? Ölmekten. Nefesin yok olmasından, bedenin yok olmasından. Artık var olmamaktan. İnsan varsa, iç dünyasından başka nedir varlığı? Beden ve onun içine dolup boşalan nefes ve hisler, düşünceler...
Sanki ölüm kol gezerken ve bu kadar çok acı varken avuçların birbiriyle temasını hissetmek fasulyeden kalıyor. Nefesin karında göğüs kafesindeki varlığıyla kalmak ayıp oluyor. İçinize içinize bakıp kendi acılarınızla samimiyet kurmak teferruat haline geliyor.
İnsan biyolojik bir varlık. Öyle programlanmış yaşamak istiyor. Yaşamı tehdit altında olunca varlığını korumak için teyakkuza geçiyor. Dünya üzerindeki varlığını bu doğal reflekse borçlu.
Hayatın temel dinamiği “yaratma/doğma ve yıkım/yok olma” üzerine kurulu.
Geçtiğimiz günlerde Cern’deki dünyanın en büyük fizik araştırma merkezinde dans eden Shiva heykeli (Hint Tanrılarından biri) konduğunu bir yazıdan öğrendim.
Shiva’nın binlerce yıldır yaptığı spiritüel dansın, dünyanın en büyük fizik araştırma merkezinde ne işi olduğunu insan anlayamıyor?
Dans eden Shiva yaşamın temel dinamiğinin yaratma ve yıkım olduğunu bize anlatıyor . Quantum fiziğine göre de maddenin temel varlığı yaratma ve yıkımın dansından ibaret.
Shiva’nın dansı ile quantum fiziğinin dansı, spiritüel ile bilimsel Cern’de yan yana geliyor.
Yaşamın bir yanı hep yıkım... Yok olma...
Buna da alıştık deniyor ya... Alışmamız ondan. Maddenin tabiatından.
Biz yataklarımızda huzurla uyurken yıkım başka bir yerde kol geziyor. Ancak bize doğru yaklaştıkça fark ediliyor.
İnsanlar böyle zamanlarda fasulyeden gibi gelen nefesi, bedeni, iç dünyanın peşini bırakıyorlar. Halbuki yıkım olduğunda insanın sığınacak başak bir kılavuzu yok. Kendi avuçlarının birbiriyle olan temasından doğan fiziksel hisler, ısı; nefesinden doğan ritim.... Bunlardan başka gidecek yer yok.
Kendini daha iyi hissetmek için değil, yıkımı görmezden gelmek için değil sadece hissetmek için.
O hislerle mücadele etmek için değil, barışmak için değil, yüzleşmek için değil...
Hissetmek için...
Bazen bu tutum hiçbir şey yapmamak gibi algılanıyor. Bir şeyler yapmak içinden gelen insan koşup yapsın elinden geleni... Ne güzel. Ama çoğumuzun yaptığı sadece kaygı ile yerimizde oturup dışarıdan gelen seslere odaklanmaktan başa bir şey değil.
Kılavuz dışarıdan gelen seslerde değil, içeriden doğan hislerde....
YORUMLAR