Yakın gözlükleri ile Roxy
Neredeyse zifiri karanlık bir koridor. Karanlık merdivenler daha da büyük bir karanlığa iniyor. Merdivenlerin sonunda bir kapı var. Kapının kenarlarından müzik sızıyor. Bileğimin iç kısmını kendime doğru çevirmiş merdivenlerin başında durmuş anlaşılmaya muhtaç bir nesne gibi bileğime bakıyorum. Kapıda üzerine damga vurulmuş. Damgada ne yazdığını okumaya çalışıyorum. Harfler zarzor seçiliyor. Sonunda harfler bir araya gelip yazılanlar görünür oluyor: Roxy People (Roxy insanları).
Bileğime bakıp sevinçle gülüyorum. Zeynep merdivenleri çoktan inmiş, kapıyı aralıyor. Müzik merdivenleri istila ediyor. Ben de karanlığa, müziğe ve votkaya doğru adımımı atıyorum.
Bu hikayenin devamını anlatacağım. Ama önce filmi biraz başa sarmam gerekiyor. Hayatınızın bir döneminde Roxy insanı olmuşsanız, zaten götürdüğüm her yere benimle geleceksiniz biliyorum. “Roxy de ne kardeşim?” durumundaysanız da arkanıza yaslanın ve beni takip edin. Bu, bir grup orta yaşlı insanın kendi gençliğinin karşısına dikilip gözünün içine bakma hikayesidir.
Uzun zamandır aklımdaydı. Bizim ekibi toplayıp Roxy’e götürmek istiyordum. Hiçkimseye niye gidildiğini söylemeyecek, sonra da yaşananları yazacaktım. Başlığım da hazırdı: Yakın gözlükleri ile Roxy!
Öncelikle projenin hiçbir mağdurunu zan altında bırakmamak için söylemek isterim ki çok şükür henüz aramızda yakın gözlüğü takan kimse yok. Yaşlarımız 38-45 arasında değişiyor. Gözlerimiz maşallah hala atmaca gibi görüyor.
Bu ekipten kimse 10-15 senedir ayağını Roxy’e basmamıştı. Gerçekleşmesi imkansıza yakın bir projeydi. Güzel insan Tolga’nın 40 yaş doğum gününü eski günlerin hatırına Roxy’de kutlamak istemesi üzerine bir hayal geçek oldu. Kendisine teşekkürü bir borç bilirim.
Roxy, Yan, Amerikan !
Tolga’nın Whatsapp’tan ortaya attığı fikir, pimi çekilmiş bir bomba gibi grubun içine düştü. İtirazlar cılızdı. Ama yazılırken, manikürlü pırlanta yüzüklü ellerin endişe içinde titrediği belliydi. İtirazlar, “Tolga evladım Roxy’ye gece birde gidiliyordu onu hatırlıyorsun sen değil mi?” seviyesinde kaldı. Doğum günü çocuğu bizim kıymetlimizdi, ne istiyorsa yapılacaktı. Süreç boyunca benim anlamsız ara gazlarım, nedensiz mutluluğum grup tarafından şuursuzluğuma verildiyse de gene de biraz şüphe uyandırdı.
Zira seneler boyunca Sıraselviler Caddesi’nde Roxy’e 50 metre uzaklıkta oturmuştum. Pijamalarımı giymiş TV karşısında gözlerim kapanırken, Zeynep evi basar “yürü çabuk, evde kalacaksın!” der, pijamaları üstümden zar zor çıkarır söylene söylene peşinden sürüklenirdim. Roxy’ye vardıktan sonra yaşananlar açısından ise bir efsaneydim.
İlk yarım saat çılgınca dans edip sonra ortadan kaybolmamla meşhurdum. Birisi “Esra kayıp!” der, Roxy’nin karanlık kuytu köşelerinde aranırdım. Sonunda barın arkasındaki koltuklarda uyurken bulunurdum. İçkiden sızma falan değil. Bildiğiniz uyku.
Benim için en heyecanlı Roxy anı, Roxy’den çıkıştı. Özlemle o dakikaları beklerdim. İnsanlar dans edip içki içerken gizlice dürüm döner hayalleri kurar dürüm döneri iğrenç (hamburger) ile zihnimin içinde aldatırdım.
Evet uykucu ve oburdum. Ama ben de Roxy insanıydım. Roxy’i tarzımdan ödün vermeden seviyordum sadece o kadar. Sevdiğim insanlar oradaydı. Sevdiğim müzikler çalardı. Uyuduğum bir köşem vardı.
“Roxy, Yan, Amerikan!” o yıllardaki mottomuzdu. Roxy belli bir saatte kapanır ben uyumaya, diğer arkadaşlar eğlenmeye doyamadığı için bir başka Roxy müessesi olan Yan’a geçilirdi. Yan, Roxy’nin tam yanındaydı. Mottomuzun Amerikan kısmını ise Amerikan Hastanesi’nin acil servisi oluştururdu. Sıklıkla birimiz Roxy’de başlayan geceyi Amerikan’da serum kokteyli ile tamamlardı. O tür durumlarda biz de dürümleri paket yaptırır acil serviste yerdik.
Bir keresinde sabah erken saatlerde Amerikan’a varmıştık. Zeynep kötüydü, serum takıldı. biz refakatçiler ondan çok az daha iyiydik. Damardan zerk edilen seruma ağzımız sulanarak bakıyor, refakatçi yemeği gibi refakatçi serumu hayali kuruyorduk. İyi yürekli bir doktor gelip şöyle bir bize bakıp gülmüştü. “Ah işte gençlik böyle bir şey” demişti. Makyajım çeneme kadar inmiş yüzümü yerden kaldırıp sesimi iyice alçaltıp bir sır verir gibi doktora, “Doktor bey size kötü bir haberim var. Biz genç değiliz” demiştim. Doktor daha çok gülüp, “Sen öyle san” deyip gitmişti. Tam 29 yaşındaydık. Zeynep ile Siren acil servisten çıkıp direk Rock’n Coke’a The Cure konserine gitmişti. Ben “yuh artık” deyip sıcak yatağıma dönmüştüm. Roxy günlerimizin son demleriydi bilmiyorduk.
İşte ardan tam on yıl geçmişti. Aynı ekip Roxy’e geri dönüyordu. İki hafta boyunca korku ve endişe içinde yaşadık. Hepimizin yan bağları kopuktu, düz koşu ile hazırlandığımız maça iğne ile çıkıyorduk. Rezalet çıkacak, gençler bu teyzeler nerden çıktı diye bakacaktı. Gece yarısı evden çıkıp bir yere gitmek fikri tansiyonumuzu düşürüyor, lumbagolarımız ağrıyor diye inim inim inliyorduk.
Sonunda beklenen gün geldi çattı. Gün boyu başka bir program yapmamak üzerine sözleşildi. Ara sıra Whatsapp’ten haberleşiliyor herkes gece 11’de evden çıkılacağı için adaleleri dinlendirmek üzere evde iki seksen yatıyor avuç avuç multivitamin içiyordu. Acınacak haldeydik. Roxy, Yan, Amerikan’ın Roxy’si ve Yan’ı gitmiş sadece Amerikan’ı kalmıştı.
Hepimizin içini kemiren, halsizliğin yanı sıra aslında aynı korkuydu. Ya artık Roxy People değilsek? Kapıdan içeri girecek, eğlenemeyecek ve gençliğimizden eser kalmadığını anlayacaktık.
Olay gecesi, Etiler’deki siteden (evet, hepimiz aynı sitede oturuyoruz) kiralanan bir araç ile ayrıldık. Deri koltuklarda karşılıklı oturuyorduk. Taksiye binmenin zor geldiği bir noktadaydık durum vahimdi. Gelen ilk sinyaller bir katastrofiyi işaret ediyordu.
Ayşe, “Hiç unutmam yıl 1998...” diye başlayan konuşmalar yapıyor, “O çocuğun adı neydi, barmen miydi o...” diye devam ediyordu. Kurduğu her biri felaket habercisi olan cümlelerin içinde disko lafını geçirmesi bizi şoföre “Dön kardeşim gitmiyoruz” demenin kıyılarına getirdi. En büyük tehlikenin Ayşe olduğunu anlamıştık. Herkes sıkıntı içinde yüzünü gözünü ovuşturuyordu. Ayşe giydiği beyaz gömleğin yakalarını havaya kaldırmıştı, hava olsun diye yapılmış bir hareket değildi. Boynuna klima vurmasın diye kaldırıldığından derin bir şüphe duyuyorduk. İnsanlar çılgınca dans edip terleyecek, Allah korusun klima sırtlarını vurup ciğerlerini üşütecekti. Dans eden gençlerin arkasına terlerini alsın diye tülbent sokmamız an meselesiydi.
Neyse ki arka sokakların kurduyduk, Sıraselviler trafiğine girmedik. Sonunda araç Roxy’ye mümkün olan en yakın noktaya kadar bizi getirdi.
Yeme, içme ve eğlenmede ölçüyü kaçırmada bir marka olan Zeynep’in Fatih Terim triplerine girip minibüsten inmeden önce, “Arkadaşlar yaşımıza göre içelim. Allah yardımcınız olsun” demesi ölmeden önce söylenen ünlü son sözler gibiydi.
Titrek adımlarla Cihangir’in arka sokaklarından Roxy’ye yürüdük. O kadar erken gelmiştik ki Roxy’nin girişinde tabii ki sıra yoktu. Roxy’e asla getirmememiz gerektiğini bildiğimiz, ama orta yaşlılığımıza yenik düşmemiz sonucu bizimle gelen dev hediye torbası utançtan giderek ağırlaşıyordu.
O güzelim yazıyı karşımızda görünce içimiz pır pır etti.
Roxy...
Hemen Iphone'lara sarıldık. Selfie’den selfie’ye koştuk. Fotoğraflar hızla Instagre edildi. Ayşe hala bir köşede “Yıl 2000... Bir DJ vardı...” diye kendi kendine konuşuyor. Artık çaresizlikten kendisini tanımıyor gibi yapıyorduk.
Sonunda beklenen an geldi çattı. Kapının önüne dizildik bodyguard bizi üçer üçer içeri almaya başladı. Ne kadar değilmiş gibi yapmaya çalışsak da leopar desenli, payetli ve botoksluyduk... Bileklerimize vurulan damgaya bakarken geri dönüşün olmadığını anlıyorduk. Roxy People....
İçeri girdiğimizde Roxy henüz tenhaydı. Elimizde hediye torbası Arkeoloji Müzesi’ni gezen Japon gibi hemen kıyısını köşesini gezdik. Ben koşarak barın arkasına gidip benim yatak duruyor mu diye baktım. Herhalde aynısı değildi ama çok şükür aynı yerde aynı şekilde uyunacak bir düzenek duruyordu. Hemen hiçbir şey değişmemişti. Sadece gözüme hatırladığımdan çok daha küçük gözüküyordu.
Sert içkiler söylendi. Barın kenarına konuşlanıldı. Barda duran patlamış mısıra gömülüp film izler gibi etrafı izlemeye başladım. Arasıra yanımda getirdiğim gözlüğü gözüme takıyor, ekip normalde gözlük takmayan benim bu gözlükle ne işim olduğunu anlamıyordu.
İlk icraatları Ayşe ile benim birlikte dans etmemi hunharca teşvik etmek oldu. Dünyanın en kötü dans eden kadını yarışmasında ikimiz yıllardır büyük bir çekişme içindeydik. Bu iki ustayı sanatlarını icra ederken birlikte seyretmek gözler için tam bir ziyafetti. Bir insanın hem korkunç dans etmesi hem de utanç duygusunun zayıf olması kadar sonuçları ağır bir ikili yoktur. Ayşe ile arkadaşlarımıza istediklerini verdik. Bir süre iyi gözüktüğünü varsaydığımız bir takım beden hareketleri ile birlikte dans ettik.
İlk saat Ayşe ile benim ürkütücü dans şovumuz dışında hareketsiz geçti. Hareketlenmenin başlangıcı eski günlerde olduğu gibi Zeynep’in ölçüsüz shot ikramları ile başladı. Eski günlerde kredi kartı limiti tüketinceye kadar ikramda bulunan Zeynep’in yılar içinde kart limitinin artmış olması lehimize çalışmadı.
Şatlar önce, hayatı Gorbaçov öncesi Sovyetler Birliği’nde buz pateni şampiyonu çift görüntüsünde yaşayan Pelin ile Kerem’e etki etmeye başladı. Kerem gaza gelip Pelin'i havaya atıp sonra tutamayacak diye çok korkuldu.
Rahatlamış coşmuştuk. Şarkıları ezbere biliyorduk. Dünyanın en asosyal en çevresi dar insanı olan ben bile üç dört tane tanıdığa rastlamıştım. Artık hiçbir şüphemiz kalmamıştı, çok şükür biz Roxy’ye topraktan girmiştik, hala Roxy insanıydık.
Grupta iki tane ağır abi koca vardı. Bir kısmımız evlenmiş, boşanmış, tekrar evlenmişti. Hatta birimiz bir ay içinde tekrar evleniyordu. Tehdit edildiğim için eğlencenin ve eğlenin düşmanı ağır abi beylerin burada ne ismini verebiliyorum ne fotosunu koyabiliyorum. Kendilerinden bu yazıda Bey 1 ve Bey 2 diye bahsedilecektir.
Bey 1 suratında kesintisiz aynı donuk ifade bütün gece sabit bir noktaya bakarak durmuş, Roxy’de olduğumuz 3 saat boyunca sadece üç cümle kurmuştur. Bu cümleler: “Rahat durun”, “Yaşınıza göre için”, “İnsan gibi dans edin”dir.
Bey 2’in, ara sıra onaylamaz bir şekilde başını iki yana sallasa da gecenin sonuna doğru bir kaç kez müzik eşliğinde zıpladığı görülmüştür. Bey 2’nin, içimizden birine haddinden fazla sarılan eski bir arkadaşa ve selfie'mize girmeye çalışan tanımadığımız bir erkeğe kafa atmaya yaklaşması gecemizin doruk noktasıdır. Girdiğimiz havanın haddi hesabı yoktur. “Ay oğlanlar bizim için kavga ediyor ayol”, “Ay durun yapamayın”.
Birlikte Roxy insanı olduğunuz insanlar vardır. Bir de sonradan yollarınızın kesiştikleri. Roxy insanları birbirlerini hemen tanır. Belki birbirinizi teğet geçmiş hiç Roxy’de görmemişsinizdir. Belki de o yıllarda koltukta yatan tuhaf kıza gözü ilişmiş ama gördüğünü bile unutup gitmiştir. Bira almaya çalışırken barın önünde itişip kakıştığınız size tamamen yabancı olan insanlardan biri yıllar sonra olmadık bir yerde kaşınıza çıkar. “Perşembe geceleri Latin gecesiydi” dersiniz “Bilmez miyim” der. Fazla söze gerek kalmaz. Bir anda birlikte yirmi yıllık bir tarihiniz olur.
Gece ilerlerken vaktin geldiğini anladım. Zeynep’in yanına gittim gözlerinin içine baktım. “Zeynep ben eski günlerin hatırına gidip biraz uzanacağım” dedim. Zeynep ağzındaki şatı dışarı püskürtüp “Git bebüşüm seni nerede bulacağımızı biliyoruz” dedi.
Kalbim sıkışarak barın arkasındaki deri koltuğa ağır adımlarla yürüdüm. Çoluksuz çocuksuz genç bir kadınken uzandığım yere bir ayinmiş gibi özenle uzandım. Sonradan yolumun kesiştiği Roxy insanı bir arkadaşımın sesini kulaklarımda duydum. “Gece iyice geç olur Roxy tenhalaşırdı” demişti. Gözleri parlamıştı anlatırken; “Bir köşede durur gözlerimi kapardım.” Başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Neden bahsettiğini biliyordum. Müziğin damarlarında gezdiğini, o an unutması gereken her şeyi unuttuğunu. Kalbinin duvarlara vurup içine dolan müzikle birlikte duvarlara çarptığını.... Anlatmasına gerek yoktu, biliyordum. Kendi kendime yattığım yerde gülümsedim. Üç duble viski damarlarımda geziyordu. Hazırdım.
Gözlerimi kapadım. Dünya ayaklarımın altından kaydı gitti. Eksen’in muhteşem müziği duvarlara çarpıp içime doldu.
Ah yıllar....
YORUMLAR