Benim güzel orta yaşım

Okuduğum kitapları tekrar okumam, izlediğim filmleri baştan izlemem lazım. Şarkılar... Onları zaten hep baştan, bir daha bir daha....





Karşımda 30 yaşında genç bir kadın oturuyor. Canı sıkkın. Niye? Bilmiyor. Hayatı bitmiş ondan. Ununu elemiş eleğini asmış. Koşacak yollarını koşmuş. Okullar bitmiş. İşlere girilmiş. Canı çocuk istemiyor. Sevgilisi de var. Kendi hakkında doğru olduğuna emin olduğu fikirleri de. Şimdi ne yapacak? Hayat bitmiş. Canı sıkkın. Sıkkın olduğunu biraz biliyor.



Anlattıklarını dinliyorum. Ne akıllı kız. “Okuduğum kitapları tekrar okumalıyım” diyorum içimden. “Şarkıları baştan baştan dinlemeliyim”. Hemen eve koşsam. 20 yaşında beceriksizce izlediğim filmi baştan izlesem. Bu sefer şöyle adamakıllı. Aklım başka yerlere gitmeden. Koşulacak yollara, elenecek unlara...





Ne akıllı kız. Yine de biraz anlamış bundan sonrasını. Tam anlamamış. Daha bilmiyor. İnsana aklı yetmiyor. Yeter sanıyordur. Yine de anlıyor biraz aklının onu yarı yolda bıraktığını. Gene de sıkı sıkıya tutunuyor ona, ne yapsın elinde başka bir şeyi yok. Haklı. Tutunsun biraz daha. Ne zordur bırakmak. Avucundan kayıp gitmesine izin vermek. Mutlak doğruların dünyasının başına geçmesi ne zordur. Eğrinin doğrunun birbirine girdiği yeni dünyaya gözünü açmak. Ah canım. Şimdi şuracıkta elini tutsam. Ah, ah biliyorum.





Evlenmek mi! Çocuk mu! Asla! Hiç istemiyor. Niye? Biliyor sanıyor niye olduğunu. Canım... Sorunca anlatıyor. Akıllı kız. Sorulan sorular için tutarlı hikayeleri var. Cevapları olması gerektiğini öğrenmiş. Cevapları uydurmuş. Uyduruk olduklarını bilmiyor. Kendi de inanıyor. Ama bir şeyler dürtmeye başlamış onu. “Bu cevaplar uyduruk” diyen küçük bir kurt içini kemiriyor. Kurtçuğu daha görmüyor. Sesini duyası daha yok. Sadece canı sıkkın. Niye? Bilmiyor. Koşulacak yolları kalmamış. Unlar bitmiş. Tüm sorulara cevaplar verilmiş.





“Kitapları bir daha okumam lazım” diyorum içimden, “hemen koşa koşa gidip başlamam lazım”. Sevmediğim insanları bir daha sevmemem lazım. Sevdiklerimi sil baştan seveyim. Bu sefer şöyle adam akıllı. Eğriyi doğruyu bilmeyen halimle. Aklım başka yere gitmeden. Uyduruk cevaplar beni tutmadan. Büyük bir cehaletle.





İçimden yardım etmek de geliyor. İşini kolaylaştırmak. Çekeceği acıları azaltmak. Bildiğimi söyleyivermek. Hiç faydası yok biliyorum. Ama biraz denemeye kalkıyorum yine de. Yaşlanmakla ilgili bir kaçlaf edecek oluyorum. Olmuyor. “Ben zaten hep yaşımın çok üzerinde olgun oldum” diyor. “Zaten yaşlıyım”. “Herkes dışarı çıkıp gezmek tozmak ister, ben haminne gibi evde oturmak”. Sadece kocaman gülümsüyorum. Daha bilmiyor, olsun. Bu kadar sanıyor. Kestirmesi yok ki bu meretin. Koşulan bir yol değil ki bu. Yerde ve sürünerek ve çok yavaş...





İçimden “ah” diyorum, “hemen eve koşmalıyım”. Gittiğim yerlere bir daha gitmeliyim. Çektiğim acıları tekrar çekmeliyim. Ama bu sefer şöyle adam akıllı tadına vara vara. Dibine vura vura. “Ah” diyorum, “Benim güzel, benim canım orta yaşım”.





“Kim bilir” diyorum sonra, “yaşlı olmak kim bilir nasıl?” İçimi bir iştah kaplıyor. 60, 70... Kim bilir nasıl? İnsanın içi kim bilir ne geniş? İnsan kendi teni içinde kim bilir ne rahat? Koşasım geliyor. Hemencecik varasım. Kız akıllı akıllı konuşuyor. Gülümsüyorum. “Hişt!” diyorum kendime. Yerde, sürünerek ve çok yavaş... Sonra bir de kendime diyorum “canım benim”. Hep akıllı kıza değil ya biraz da bana. Ah daha bilmiyorum, bu kadar sanıyorum. Ah canım benim. Olsun.


Eve gitsem, yazdığım bir yazıyı tekrar yazsam. Ağladığım bir şeye tekrar ağlasam.





Ayrılıyoruz akıllı kızla. Arabaya biniyorum. Şarkıları, baştan dinlemem lazım. Aklım yarı yolda bırakmış. Şarkıların dediklerini duymamışım.



Telefonu müzik sistemine bağlıyorum. Parmaklarım ekranda gezinip aradığını buluyor. Tekerlekler dönüyor. Gece karanlık. Yollar Nişantaşı’nda bile tenhalaşmış. Ne geç olmuş. Daha önce duymadığım sesleri duymak ümidiyle, müziğin sesini iyice açıyorum. Ne gerek var? Fısıldasa bile yeter. Kulaklarım daha keskin. Göğüs kafesim daha geniş, kalbim daha büyük.





Hava soğuk. Yağmur çiseliyor. Şehir karanlık, müzikle birlikte arabanın iki yanından akıp gidiyor.






So, so you think you can tell.


Heaven from hell. Blue skies from pain.


Can you tell a green field from a cold steel rail?


A smile from a veil?


Do you think you can tell?





Kırmızı ışıkta durunca şehir duruyor, şarkı devam ediyor. Çevirme yapan trafik memurunu görüyorum, şaşkın. Bana bakıyor. Şarkıyı bağıra bağıra söylediğim için herhalde. Neden bilmem. El sallıyorum. O da bana geri sallıyor. Tekerlekler, yeşile dönen ışık birlikte dönüyor. Şarkı başa sarıyor.









Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir özletmiştiniz yazılarınızı
    CEVAPLA
  • Misafir tekrar yazmaya başlamanıza çok sevindim..hoş geldiniz..:)
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.