Sen sıradan bir insansın
Arkadaşımla sohbet ediyorum. Bir konuda, seçim yapmam gerekiyor.
“Bak Esra...” diyor. “Bunu yapmalısın, çünkü bu hayatta, birisi olmak çok önemli”.
İnsan bedeni, aslında çok gevezedir. Bir konuda ne hissettiğinizi anlayamıyorsanız, bedeninize dönüp bakın. O size söylüyordur.
Karşımdaki insan konuşurken, omuzlarımdaki kasların birer birer gerildiğini hissediyorum. Sanki biri oturmuş gibi, fiziksel olarak gerçek bir yük binmeye başlıyor. Giderek ağırlaşıyor. Taşınması zor hale geliyor.
Konuşmaya devam ediyor.
“Hayatta kim olduğun çok önemli”.
“O zaman bütün kapılar açılır”.
Söylediklerinin tek kelimesine bile inanmıyorum. Karşımda duran insana bakıyorum. Ne zor bir hayatı var.
Her sabah uyanıyor, daha elini yüzünü yıkamadan ‘biri olmalısın’ fikri omuzlarına oturuyor. Üstelik olmuş da o ‘birini’. Ama bu, durumu daha da zor hale getiriyor. Çünkü birisi olmaya devam etmesi gerekiyor, hem de her allahın günü. Artık bir de bunu kaybetme korkusu var. O da omuzlara gelip yerleşiyor ve kim bilir kaç kilo.
Bunları düşünürken, omuzlarım beni alıp, bundan bir sene öncesine, bir ana götürüyor.
Bir kapıdan çıkıyorum. Arkamdan bir adam sesleniyor: “Esra!”
Kapının eşiğinde, dönüp adama bakıyorum. Gözlerime bakıp bana şöyle diyor:
“Sen, son derece sıradan bir insansın. Hepimiz öyleyiz.”
Gülüp çıkıyorum o kapıdan. İçimi, bir kızgınlık kaplıyor. Taksim’deyim. Yolda yürümeye başlıyorum. Diğer insanlarlabirlikte. Hala kızgınım.
“Sen, son derece sıradan bir insansın.”
Binlerce insan var. Hepimiz, bir yerlere gidiyoruz. Adımlarımın biri, diğerini takip ediyor. İnsanların arasında, öylece yürüyorum. Az önce ve hayatımda ilk kez duymuşum:
“Sen, son derece sıradan bir insansın.”
Hava soğuk. Hepimiz, kalın kabanlarımızın içine gizlenmişiz. Üşüyoruz. Güneş, gökyüzünde bir parlayıp bir sönüyor. Parladığında, tenimize değdiği yerler bayram yapıyor. Sıcacık.
“Sen, son derece sıradan bir insansın.”
Yürüdükçe, omuzlarım fiziksel olarak hafiflemeye başlıyor. Her bir kasın, teker teker gevşediğini hissediyorum. Biri, ben fark etmeden, omuzlarımın üzerlerine koca koca altın külçeleri koymuş. Şimdi burada, Taksim Meydanı’nda, bir karınca sürüsünün emektar üyesi gibi oradan oraya devinirken; bir başka el, o külçeleri omuzlarımdan teker teker alıyor. Külçeler, altın. Ama ne fayda. Günün sonunda çok ağırlar.
Arkadaşım karşımda, hala konuşmaya devam ediyor. Zihnim, o hafiflik anına gidip geliyor. Sonra başka bir an, çıkıp geliyor. Bir alıntı. Bir ay kadar önce, ansızın karşıma çıkmış. Alman terapist Bert Hellinger’in bir sözü. Aşağı yukarı şöyle diyor:
“Hayatta bizi sıradanlıktan uzaklaştıran her şey, bize sadece yük. Sende aslında kıymetli olan şeyler, diğer insanlarla ortak olan, seni insan yapan özelliklerin. Seni, bir başka insandan daha değerli ya da değersiz hissettiren her şey anlamsız ve seni, olmak istediğin şeyden uzaklaştırıyor”.
Dikkatim, tekrar oturduğum masada konuşulanlara dönüyor. Arkadaşım anlatıyor, kısa karşılıklar veriyorum, zihnim dolanıyor... Düşüncelerimin, nereye neden gittiğini bilmiyorum. Her zamanki gibi zihnim, bildiğini okuyor.
Bu sefer, bir hamakta yatıyorum. Sonbahar. Hamak, yaprakları sararmış bir ağacın altında. İçim geçmiş, uyuyakalmışım. Tatlı sert bir rüzgar esiyor, uyanıyorum. Uyandığınız, ama tam da uyanmadığınız bir an vardır. Büyülü bir an. Tam uykuya daldığınız o an gibi. Tatlı bir kayıp olmuşluk hali. O andayım. Rüzgar, suratımı yalayıp, saçlarımın arasından geçiyor. Sonbahar güneşi, yüzüme vuruyor. Uyku mahmuru gözlerim hafifçe aralanırken, güneş, gözlerimi alıyor.
Henüz, zihnime düşünceler üşüşmemiş. Neredeyim, kimim bilmiyorum. Sadece gözlerimi alan güneş ve saçlarımı okşayan rüzgar var. Kısacık bir an.
Dünyanın dört bir yanında, milyonlarca insanın tecrübe ettiği, en basit en temel insanlık hali. Uykudan uyanmak. Ne büyük zevk, ne büyük mutluluk. Ne kadar hafif.
Bu an için, hiçbir şey yapmama gerek yok. Ellerimin arasından, hiç kayıp gitmeyecek. Hep oradaydı ve hep orada kalacak. Güneş, böyle gözümü alacak, kim bilir daha kaç kere.
Birazdan gözlerim, tam olarak açılacak, biliyorum. Açıldığı anda, kendimi birilerinden çok ya da az hissedeceğim.
"Eğer illa bir şeylere tutunmak zorundaysam, o ana tutunmalı” diyorum içimden. Güneşin gözünü aldığı ve dünyanın en sıradan insanı olduğun o ana.
Sonra durup, karşımda duran adama sessizce bakıyorum. Sonbahar güneşi, ellerine vuruyor. Çatal bıçağı tutan parmaklarını cömertçe ısıtıyor. Ona bir hediye vermeye karar veriyorum.
“Yaklaşsana sana bir şey söyleyeceğim” diyorum.
Şaşırıyor. Masanın iki ucundan yavaşça birbirimize doğru sokuluyoruz. Ona doğru eğilip, büyük sırrı, kulağına yavaşça fısıldıyorum.
“Sen, son derece sıradan bir insansın. Hepimiz öyleyiz”.
YORUMLAR