Röportajcı kardeşim, bacaklarını burnumdan çekiver!
Gazetecilik, bir tuhaf iştir. Bu işte pek para yoktur. En baba parayı kazanan gazete/tv Genel Yayın Yönetmeni bile, başka bir sektördeki muadili bir pozisyonda kazanılan parayı kazanmaz. Sanıldığının aksine, ekran yüzleri köşeyi dönmez. Muhabirdir, editördür, kameramandır; onların durumunu zaten hiç sormayın. Gazeteci dediğin, genelde işte öyle yuvarlanıp giden bir arkadaştır.
Kazanılan para bu minvaldeyken; bir de sıkça işsiz kalınır. İşsiz kalmak, gazeteciliğin neredeyse alameti farikasıdır. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü değişir, hop kendi editörlerini getirir. Televizyonda Haber Koordinatörü postalanır; bir bakmışsın senin bülteni başkası sunuyor.
İşin ilginç tarafı, bu medya denen sektör büyük bir hızla hep büyür. Son yirmi seneye baksak; gazete, televizyon, radyo sayısında da burada dönen ticari hacimde de acayip bir artış görürüz. Dolayısıyla insan, teorik ve ideal dünyada, işini iyi yapan gazetecilere olan ihtiyacın da artmış olacağı ve medya çalışanların durumunun iyileşip güçleneceğini varsayar. Gelin görün ki hayat, pratikte gene bildiğini okur ve durum böyle gelişmez.
İlk olarak, bu işin başına gelebilecek en kötü şey gelir ve bir grup insan için prestijli ve gözde bir meslek olur. Hali vakti bir hayli yerinde ailelerin, eli yüzü bir hayli düzgün kızları, televizyona çıkmanın hoş bir kariyer olacağına karar verirler. Yaz aylarında haber merkezleri, Louis Vuitton çantalı kızlarla dolar. Haksızlık etmeyelim. Bu kızların büyük kısmı, iyi eğitim almıştır ve bir kısmının, işi hakkıyla yapmaya niyeti vardır. Ama, hayatlarını kazanamaya ihtiyaçları yoktur. Zaten; “O kadar okuduk dokuduk, göz önünde şöyle popüler bir iş yapalım” kafasında oldukları için, değerinin çok altında paralara, bu işleri yapmayı kolayca kabul ederler.
Televizyoncu olmak isteyen bir kızcağız, bir yakınım vesilesiyle NTV’deyken bana ziyarete gelmişti. NTV’nin o zamanki Haber Koordinatörü Mirgün Cabas ile tanıştırmıştım. Mirgün, “Ne yapmak istiyorsun?” diye sordu. Kız atıldı; “Ekrana çıkmak istiyorum”. Mirgün, “Ekran derken, haber mi sunmak istiyorsun yani Esra gibi? ” dedi müstehzi bir gülümsemeyle. Kız, “Yani benim için fark etmez, haber de olur” dedi. Mirgün ile aramızda bir “Oy anam oy” bakışı değiş tokuş edip, kızı yollamıştık.
Televizyonlarda durum böyleyken, gazetelerde başka türlü bir hikaye yaşanıyor. Malum, son yıllarda gazete eklerini ünlüler çıkarmaya başladı. Eskiden ünlülerle, gazeteciler röportaj yapardı. Şimdi ünlüler, birbiriyle röportaj yapıyor. Üstelik bir çoğu bu işi hiç para almadan yapıyor! Onlar reklamlarını yapıyor, gazetelerin işleri yapılıyor. Sen sağ, ben selamet.
Görünürde pek ‘kazan kazan’ bir durum var. Biraz daha enine boyuna düşününce, “insan doğrusu hayret ediyor”. (Cumhurbaşkanı Gül ne güzel söylemiş).
Bir işi, sadece o işin eğitimini alanlar yapar. Başka kimse yapamaz. Höt zöt, kafasında değilim. Lakin gazetecilik gibi mesleklerin, şöyle bir bahtsızlığı var. Bu iş, açık kalp ameliyatı değil ya; her “Saat kaç” diye sorabilen, soru sorarım sanıyor.
Durup düşünmeden edemiyorum. Röportaj yapmak denen ve gazeteciliğin temellerinden biri olan bu iş; bu kadar mı kolay, bu kadar mı vasıf gerektirmeyen bir iş ki, her önüne gelen yapabiliyor? O zaman zaten, tası tarağı toplayıp gidelim, hiçbirimize lüzum yok.
Sonra al hafta sonu eklerini eline; doya doya oku: “Aşk senin için ne demek?” , “En sevmediğin özelliklerin neler?” sorularının yanıtlarını. Biri daha bu soruları sorarsa, vallahi kızılcık sopasıyla döveceğim!
Artık şüphe duyuyorum, biz gazeteciler herhalde bu işi son 20 yıldır o kadar kötü yaptık ki; artık yapılmış haliyle yapılamamış halinin farkı kalmadı.
Tanrıya şükür hala Ebru Çapa gibi kalemler yılmadılar, yazıyorlar da iki satır bacakları uzatıp okuyoruz. Kalemlerine kuvvet!
Ünlüler, bu işleri yapmakta haklılar. Onların lehine bir durum var ve onlara ne! İnsan, durup durup bu eklerin başındaki gazetecilere, o gazeteleri çıkaran genel yayın yönetmenlerine hayret ediyor. Bu insanların hepsi, Türkiye’nin önde gelen gazetecileri. Bu değeri, kendi işlerine onlar vermeyecekse kim verecek?
Üstelik bu iş burada başlar, ama burada bitmez. Bir gün biri de çıkar, holdingden birini kolundan tutar getirir, genel yayın yönetmeni yapıverir. Madem gazeteci olmaya lüzum yok.
Röportaj deyip de bu ülkede Ayşe Arman’ı anmadan olmaz. Röportaj, hem istidat hem kilometre işidir, yapa yapa öğrenilir. Yıllarca, o kadar iyi yaparsın ki insanlar hayatlarını senin ellerine çekinmeden teslim eder. Bu işi gazeteciye yaptırmasan, bir sonraki jenerasyonda Ayşe Arman’ın olmaz.
Ayşe Arman’ın memlekete hediye ettiği röportaj yapanın, yapılanla çarpıcı fotoğraflar çektirmesi adeti, başka mesele. Başlığın sebebi hikmeti, şortlu bir fotoğraf. Gazetecilikte, yaptığın işin görsel malzemesi çok önemlidir. Lakin, bu ne!
Pazar sabahı gazeteyi açmışım, röportajcı bir ünlü şortu çekmiş, sayfanın yarısında bacakları duruyor. Röportaj yapılanı, aradan güç bela seçiyorsun. Eskiden ne güzel arka sayfa güzeli diye bir alan vardı, bu tür görselleri kullanma hevesi için. Niye, güzelim mesleği yaktınız?
İşte bu da böyle bir iştir. Kalsam kalamıyorum, gitsem gönül razı değil der dizini kırar oturursun.
YORUMLAR