Prensesler korkar şövalyeler cesur olur
Arda ile Ladin iki yakın arkadaş.
O zamanlar yaş iki civarı. Her gün parkta buluşuyorlar. Arda, çat pat bir iki kelime ancak ediyor; Ladin’in dili pabuç kadar. Bir söylersen iki geri işitiyorsun.
Arda, cıva gibi, 100 metreyi Hüseyin Bolt gibi koşuyor. Ladin, iki adım atıp ay yoruldum diye söylenmeye başlıyor.
Arda, çok çabuk mutlu oluveren bir çocuk. Ladin’de hezeyanın bini bir para.
Arda kafayı tamamen arabalara takmış durumda. Ladin’in eline iki araba veriyoruz; arabaların biri anne ötekisi çocuk oluyor, hemen evcilik başlıyor.
Ladin, Ardaya sürekli direktif veriyor. "Otur Arda, kalk Arda, koşma düşersin Arda, oraya değil buraya Arda.’’ Arda, canından bezmiş Ladin’in söyledikleri duymazdan geliyor.
Onlara Hürrem ile Sülüman diyoruz.
Prenseslerin kılıcı olmaz
Kız ve erkek çocuklar arasında çok bariz farklar var. Bir kısmı, kadınlar ve erkekler arasında olduğu varsayılan ve çoğu klişe olan varsayımlara cuk oturuyor. Lakin, hangi biri yaradılış hangi biri öğrenilmiş, anlamakta zorlanıyorsunuz. Bir süre sonra sizin de devreleriniz yanmaya başlıyor.
Aslında materyalin ilkel, kültürel kirlenmeden nasibini almamış haline çok yakınız. Bu dünyada birkaç sene geçirmiş küçük insanlar. Lakin, insan o materyalin, ilkel halinden ne hızla uzaklaşıldığına inanamıyor.
“Kadınlar erkeklerden daha çok konuşur” klişe yorumunun gerçek ve genetik olduğuna artık neredeyse eminim.
Erkeklerin, araba denen ve bir yerden başka bir yere gitmeye yarayan şeye verdikleri irrasyonel paralara artık anlayışla bakıyorum. Belli ki bu dört tekerlekli aletle aralarında binlerce yıl öncesine dayanan, asla anlayamayacağımız bir mesele var.
Lakin, kızıma içinde yaşadığımız kültür tarafından kadın/erkek rolleri ile ilgili öğretilen bazı klişelere fena halde kılım.
Ladin kız çocuklarda “prenses safhası” olarak bilinen safhaya geçtikten sonra, evde sık sık prensesçilik oynanıyor.
Bir gün; “Prensesler korkar, şövalyeler çok cesur olur ve onları kurtarır değil mi anne” diyor.
İçimden; “çok beklersin evladım” diyerek derin bir nefes alıyorum.
Toplum dışı bir çocuk yetiştirmek istemiyorum. Ama bu toplum da şansını bazen biraz fazla zorluyor.
“Prensesler de cesur olur” diyorum.
Kabul etmiyor. “Prenseslerin kılıcı olmaz. Ejderhalarla savaşamazlar.”
“Kendimize bir kılıç yapabiliriz” diyorum.
Kabul etmiyor. “Ama ben kılıçları ve savaşmayı sevmiyorum.”
Belli ki bu kirli ve tatsız işi, bir erkeğe havale etme peşinde.
Sonunda bir ara yol buluyoruz.
“Biliyor musun Ladin” diyorum. “Prenseslerin özel bir gücü vardır. Kılıca ihtiyaç duymazlar. Avuçlarının içinden bir ışık çıkar ve ışıkla ejderhaları kovabilirler. Savaşmalarına da gerek kalmaz”.
Sonra bu yeni yetme prensese, avucumun içinden bir ejderhaya nasıl ışık püskürtülür gösteriyorum. Elimizden ışık püskürte püskürte, o akşam evimizi basan ejderhaları bir bir püskürtüyoruz.
Bu yeni ve alternatif gücü keşfettiği için, yeni yetme prenses memnun kalıyor.
YORUMLAR