Yeni Türkiye
“Cinayeti gördüm.” Dün gece arkadaşımla en son konuştuğum şeydi. Ben önce Hitchcock’un “Arka Pencere” filmiyle karıştırdım. Sonra Cortazar’ın “Blow-Up” adlı kısa öyküsünün sinema uyarlaması olduğunu hatırladım. Sohbet ilerledikçe konu, Cortazar mı, Borges mi tartışmasına döndü. Eve döner dönmez hemen yattım.
Gecenin bir yarısında, cinayeti gördüm, diyerek uyandım. Uzun ve karmaşık bir rüyaydı. Birileri, Berkin Elvan’ın katili bulundu dedi. Nerede olduğu tespit edilmişti. İçimden, şimdi Ali İsmail Korkmazlar, Ethem Sarısülükler, Abdullah Cömertler, Mehmet Ayvalıtaşlar, Ahmet Atakanlar; artık hepsi rahat uyuyacak diye düşündüm. Geçtiğimiz haftalarda seçim sandıklarından birinde Berkin Elvan’ın annesinin de bulunduğu bir oy pusulası vardı ve acılı annenin fotoğrafının altında evet yazıyordu.
Ekibi topladık. Amirimiz Behzat Ç.’ydi. Hep beraber yola çıktık. Karanlık koridorlardan geçtik. Bulanık sularda yüzdük. Sonra o koridorlar acayip denizlere dönüştü. Önümüzde garip haritalar belirdi. Öyle ki, bunu ancak tembel bir kâşif çizebilir dedim. Çünkü bütün dünya tek bir kara parçasıydı ve etrafında da, sanki detaylara inmek zor gelmiş gibi, hiç ada çizilmemişti. Kıtalar, Dali’nin saatleri gibi uzamış uzamış, ama birbirinden kopmamıştı. Anlamaya çalıştım. Harita ne anlatıyordu? Dünya, aslında tek bir kara parçasından oluşan ve sınırların olmadığı bir bütün müydü? Ya da Kuzey Amerika denen kıta zorla öteki kıtalara mı yamanmaya çalışıyordu? Belki de oynana oynana sınırlar iyice sünmüş, artık kim çekiştirirse çekiştirsin bir türlü kopmuyordu. Mesela eskiden Suriye ile Türkiye arasında bir sınır vardı ama bu sınır insanları birbirinden koparamamıştı. Her bayram akrabalar buluşup bayramlaşıyordu. Sonra o haritanın tam ortasında bir kasırga belirdi.
Şimdi o kasırga, yavaş yavaş haritanın o bölümündeki tüm sınırları siliyor. Siliyor ama garip bir şekilde sınırsızlık, kardeşliği değil düşmanlığı tetikliyor. Mesela o kasırgadan kaçan insanlar, sığındıkları topraklarda bir vatandaşı öldürdüler. Basit bir ev sahibi-kiracı anlaşmazlığı yüzünden. Sonra Gaziantepliler de daha düne kadar sınırda bayramlaştıkları insanları topluca linç etmeye kalkıştılar. Kimse asıl sorunun kasırga olduğunu görmüyor. Ve o kasırgayı büyüten nedenleri.
Mesela devletimiz tarafından hâlâ terörist ilan edilemeyen IŞİD, şimdi yeni(!) Türkiye’nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanına kendilerine biat etmeleri konusunda kafa tutuyor. Daha doğrusu biat etmezsen başına geleceklerden kork diyerek tehdit ediyor. Yeni göçler de, göçenlerin ve göç edilen yerlerdeki insanların hayatını karartmaya aday. Yaklaşık 4000 yıllık bir halk olan Ezidiler, tarihlerindeki 77. katliamdan kaçarken yollarda açlık ve susuzluktan ölüyor. Bütün bunlara sebep olansa dinin ve hayatın düşmanı IŞİD.
Sonra rüyada garip bir sıçrama yaşadım. İlkokul öğretmenimle Elif adlı sınıf arkadaşımı gördüm. Elif, Türkmen Alevi bir ailenin kızıydı. Örgülü saçları, kalın kaşları vardı. Din dersinde duaları benden çok daha çabuk ezberlediğini hatırlıyorum. Türkmenler’in hali malum. MİT tırlarındaki silahların Türkmenler’e gittiği bilgisi bizzat Türkmenler tarafından doğrulanmamıştı. O dönem Türkiye’den destek bulamamaktan şikâyetçi Türkmenler, şimdi katliama kurban gidiyor. Halep'e bağlı Türkmen bölgesi Çobanbey'de yirmiden fazla insan katledildi. Aleviler’in de hali malum. Kendi memleketlerinde devletinden el muamelesi görüyorlar. Geçen haftaki Hacı Bektaş-i Veli Anma Törenleri’nde hükümetten tek bir yetkili yoktu. Bunun sebebi, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başbakanı desteklemeyeceklerini açıklamaları olabilir mi?
Nihayet bir kapıya vardık. Bir adım sonra Berkin’in katili karşımızda olacaktı. O sırada yanımızda Emrah Serbes belirdi. Dayanamadı, hikâyenin içine daldı, diye düşündüm. Aramızdaki en öfkeli kişiydi. Kapıya ilk tekmeyi o attı. Kıramadı. Ardından da Behzat Ç., “Dur la dur!” diyerek ikinci tekmeyi attı. Kapı, büyük bir gürültüyle ardına kadar açıldı. Hepimiz heyecanla bomboş bir odaya daldık. Maalesef kimse yoktu. Yalnız odanın diğer duvarları da başka kapılara açılıyordu. İlk kapıyı bu kez Emrah Serbes kırdı. Girdiği oda beşgendi ve her duvarda başka bir kapı daha vardı. Öfkemiz ve umutsuzluğumuz gittikçe artıyordu. Behzat amirimizin kapısını kırıp girdiği odaysa altıgendi ve tabanında ve tavanında da birer kapı daha vardı. Oysa biz, Hayalet, Harun ve Akbaba’yı da sayarsak, sadece altı kişiydik. Ben artık duracak gibi değildim. Büyük bir öfkeyle, “Tutun la şunu!” denmesine aldırmadan duvara kafa attım. Sonra bir daha… Bir tane daha… Öfkemden, belki de umutsuzluğumdan bütün duvarlar sallanmaya başladı. Ağlıyordum. Ağladıkça daha çok öfkeleniyordum. Son kafa darbesini “Katili gördüm lan ben, cinayeti gördüm!” diyerek attığımda duvarda bir gedik açıldı ve o sırada uyandım. Geceydi. Telefonu alıp saate baktım. 03.02’ydi. Üstelik 17 Ağustos. Yatakta doğruldum. Kendi kendime, “Sesimizi duyan kimse yok.” dedim. “Herkes kapı duvar…” Sigara kullansaydım, o an dünyanın en efkârlı sigara içen adamı olabilirdim…
YORUMLAR