Mucizelere inanmıyorsan okuma!

Mucizelere inanmıyorsan bu yazıyı okuma ya da emek bizimdir…


Yıllar önce vazgeçtim biriktirmekten. O zamanlar bir tutkuydu. Sanırım benim de tutkulu olduğum zamanlardı. Şimdi biriktirdiklerimin nerede olduğunu önemsemiyorum. Daha doğrusu dönüp o kutuyu açasım yok. Bir koleksiyoncu değilim ama her insan biraz koleksiyoncudur. Tek fark, koleksiyoncu nesneleri biriktirir, insan nesnelerin kendisine yaşattıklarını. Eğer yaşadıklarımı hatırlamaya dair biraz tutkum olsaydı, o kutuyu tekrar açmak için bir mucize beklemezdim.


Oysa mucize, sana sormaz. Ansızın çıkar gelir. Hatta her mucize, aslında iki kere mucizedir: Hem hiç beklemediğin anda çıkıp gelmesiyle, hem de olabileceğine inanmadığın bir şeyi gerçek kılmasıyla.


Eskiden günbatımlarında bir çeşit hayale dalardım. Kendimden geçerek yaptığım gezintilerde bilmediğim bir sırrın perdesi aralanacak gibi gelirdi bana. Şimdi sadece günbatımına dalıyorum. Renklerin fısıldadıkları şeyler yetiyor. İçimdeki eksikliği doldurmuyor belki ama eksiklik duymayı da unutturuyor.


Bahsedeceğim mucize bu değil. Zaten mucizelere inanmıyorsanız, bu yazı size göre değil. Birkaç gün önceydi sanırım. Sahilde bir banka oturmuş, akşamüstü renklerinin fısıldadıklarını dinliyordum. Boğaz, içimdeki hiçbir şeyin çöküp tortulanmasına izin vermeden hepsini alıp götürüyordu.


Kısacası huzurun tam ortasında, her şeyi unutmanın mutluluğunu yaşıyordum. Ta ki, hafif rüzgârda uçuşan küçük bir kâğıt parçası gözüme ilişene kadar. Yuvarlandı. Durdu. Kıyıdan suya düşmek üzereyken dönüp bana baktı. Öyle düşünmeseydim, yakalamaya çalışmazdım. Bir koçandan koparıldığı belli, sararmış bir kâğıt parçasıydı. Bir sinema bileti. Üzerinde Beyoğlu EMEK Sineması yazıyordu. Sıra: 9, No: 22, Seans: 21.30. Etrafıma bakındım. Biletin peşinden koşan kimse yoktu. Eğer olsaydı, onunla oturup şimdi yerine bir alışveriş merkezi yapılmasının nasıl bir rezalet olduğundan bahseder, biletin hangi filme ait olduğunu sorar, sonra bileti ona iade edip konuştuklarımızın verdiği memnuniyetle evime gider yatardım. Bir sonraki güne her şeyi unutmuş olarak uyanmak için. Ama kimse yoktu işte. Bilet, elimde bir eksikliği işaret ederek öylece duruyordu.


Eve dönerken yolda Emek’i düşündüm. Yaşım itibariyle bendeki varlığı eskilere dayanmıyordu ama içine kaç insan, kaç hikâye, kaç hayat sığdırabileceğimi hesap bile edemedim. Birlikte gittiğim insanlar, izlediğim filmler, filmler üzerine yaptığım eleştiriler ve aslında bütün bunların, hayatımdaki her şeye bir şekilde karışarak beni oluşturması…


Emek, benim için sadece bir sinema demek değildi. Aynı zamanda İstiklal Caddesi’ydi. Kolumu ilk defa bir kızın boynuna dolamaktı. Uyarlamasını izlediğim bir filmin kitabını kitapçılarda aramaktı. Bir kafede, barda ya da restoranda, müziğin bir film müziği olduğunu fark ederek kahve içmek, eğlenmek ya da yemek yemekti.


Sinema çıkışı kar, yağmur ya da güneşti. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ıydı. Merak etmekti. Araştırmaktı. Keşfetmekti. Kısacası Emek, uzun bir süredir açmaktan kaçındığım, içi benimle dolu unutma kutumdu.


Eve varınca ilk işim kutunun kapağını açmak oldu. İçindekileri tek tek sayacak değilim. Ne olduğunu merak ediyorsanız, kısaca Emek vardı diyebilirim. Bütün o şeylerin arasında asıl bulmak istediğim bir sinema biletiydi. Onu da Alkazar, Sine Pop, Atlas, Beyoğlu ve Lale Sinemaları’nın biletleri arasında buldum. O da sararmıştı.


Sahilde bulduğum biletle karşılaştırınca aynı yıllara ait olduğunu anladım. Üzerinde Sıra: 9, No: 23, Seans: 21.30 yazıyordu. Yani bulduğum biletin bir yan sırası. Birlikte gittiğim birine mi aitti acaba bulduğum bilet? Yoksa hiç tanımadığım birinindi de, seyrettiğimiz film, yaşattıklarıyla tanıdık kılmıştı bizi? Belki filmin sonunda göz göze gelip “muhteşemdi” demiş bile olabiliriz. Orası önemli değil. Onca yıldan sonra bir mucizeyle iki bilet bir araya geldi. Şimdi tek eksik Emek Sineması.


Biliyorum ki hepimizin cebinde unutulmuş bir Emek Sineması bileti var. Ve üzerinde yıl yazmıyor. Eğer 24, 25, 26,…100, 1000, 10000 no’lu biletlerle Emek’e gelirsek açılmaması için hiçbir engel yok. Çünkü biletlerimiz hâlâ geçerli. Öyleyse şimdi cepleri yoklama zamanı. Biletinizin peşinden koşmazsanız kısa bir süre sonra hayalleriniz de, benliğiniz de, Emek’iniz de suya düşecek. Rüzgârlara inat, durmayın. Koşun.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.