Sözsüz bir kavuşum

12 yıl önce tanıştık. Sıkı salsacı olduğum zamanlar... Önce bir dans gecesinde kardeşiyle tanıştım, bir süre sonra da onla... Çok iyi anlaştık; kafalar, kalpler pek güzel uyuştu. Ara ara görüşmeye başladık; dağa bayıra gittik birkaç kez. Flörtümsü bir enerji vardı ortada, ama tam olarak yoktu da; arada kalmışlık...


Okuduğum ilk ruhani kitabı (Tanrıyla Sohbet) elime tutuşturuveren o olmuştu. "Evet yaa" diye diye büyük bir heyecanla okuduğum, yaşama bakışımın tasdik edildiği, destek bulduğum kıymetli kitap. O kitap ki sonrasında anneme, babama, babamın bazı iş arkadaşlarına falan bulaştı. Kelebek etkisi dedikleri...


O yazdan sonra yıllarca görüşmedik (yanılmıyorsam).


Belki altı yıl sonra falan nasıl oldu bi' şekil bir araya geldik bir gün. Sohbet ettik, altı yıl önceyi falan andık muhtemelen...


Ve sonra yeniden uzun bir ara...


Ve ardından yeniden kesişen yollar (sosyal medya sağ olsun), minik minik haberleşmeler... Ve sonra bir yıl içinde birkaç kere görüşmece...


Yıl hesabı yaparsak epey eski dost sayılırız ama o kadar az görüştük ki bu kategoriye girmemiz tartışılır. Öte yandan başka türlü bir bağlantımız var, araya yıllar da girse neredeyse hiçbir şey değişmeksizin devam ediyor muhabbetimiz; yani nicelik olarak az kere görüştük diye aramızdaki bağı küçümsemenin de anlamı yok. Neyse adı sanı önemli değil; bir şekilde süregelen bir bağlantı işte.


Ve o birkaç görüşmenin sonuncusunda olan bir şey bana bu yazıyı yazdırıyor. Yazarak ne kadar aktarabileceğim bakalım.


Uzun saatler sohbet ettik, kahvaltı yaptık, yürüdük, tırmandık, ettik derken en sonunda bi bankta yüz yüze oturduk ve sohbet orada devam etti. Bir noktada gözümün önüne şöyle bir sahne geldi ve bir yandan sohbet sürerken beş dakika boyunca benle kaldı: O bana yaklaşıyor ve arkasını dönüyor, ben ona arkadan sarılıyorum. En sonunda söyledim ona, dedim böyle böyle, dedi tamam; oturduğu yerden bana yaklaştı, arkasını döndü, ben ona arkadan sarıldım. Gözümün önüne gelen sahne deneyime dönüştü böylece. Ve bir de susmaya karar verdik bu arada, sözcüklere mola verdik.


30-40 dakika kadar bu şekilde kaldık ve geri kalan dünya durdu. Daha doğrusu durmadı ama bize değmedi. Bir yerlerden gelen çok kötü müzikler, o civarda çalışma yapan bi'takım inşaat ustaları, ayaklarımıza dolanan horoz ve tavuklar, bir de dünyanın en güzel tavşanı... Hepsi ve fazlası oradaydı ama hiçbiri o an'ın dışına çıkmamızı sağlamadı. Sözcüler kifayetsiz elbette ama muhteşem bir 30-40 dakika (ya da ne kadarsa)... Sıkı sıkı sarma ve sarılma, minnak dokunuşlar, bolca koklama... Cinsel uyarılma da var ama baskın değil...



Tam anlamıyla an'da olmak, çok güzel bir yakınlık deneyimi ve işin en şaşırtıcı ve güzel kısmı -en azından kendi adıma- tam bir zihinsizlik hâli... Konuşma zaten yoktu ama hiçbir şekilde düşünce de gelmedi (nasıl oldu bilmem); ne öncesinde ne de o esnada.


Normal koşullara uymayacak bir deneyim benim için. Çünkü...


Bi' kere böyle bir şey aklıma bile gelmezdi. Bi' arkadaşımlayım ve durup dururken kendimi ona arkadan sarılmış görüyorum. Yani birine karşı çekim duyarsın ve yakınlaşmak istersin, bunda şaşılacak bir şey yok ama burada yaşanan başka bir şeydi. Sadece o an bu görüntü kendini gösterdi ve yaşama geçirilmek istedi. Ve ben bunu fark ettim, şükür ki...


İkincisi, hadi böyle bir şey aklıma gelmiş olsun, bunu sormazdım herhalde. Ya çekinirdim, ya saçma bulurdum, ya zihnime üşüşen sorular beni uzaklaştırırdı: "Şimdi sarılacaksın, peki ya sonra ne olacak?", "Ya bu sarılma onda birtakım beklentiler oluşturursa, o zaman ne olacak?", "Neyin peşindesin?" vs. Ama işte gelmediler, gelemediler. Hani geldiler de kaale almadım da değil, hiç gelmediler. Çok ilginç!


Ve üçüncüsü, deneyimin sonunda da müthiş bir huzur, tamamlanmışlık, beklentisizlik... Zihin hâlâ boş; hâlâ tedirginlik, endişe, soru işareti namına hiçbir şey yok. Borç yok, alacak yok... Ayrıca neredeyse hatırlamıyorum bile deneyimi. İçimde hoşluğu, güzelliği ve derinliği var ama dakikalar yok olmuş. Krishnamurti'nin dediği oluyor sanırım, der ki eğer tam olarak ve tüm benliğinizle o an'ın içinde iseniz zihniniz kayıt yapmaz, hafıza oluşmaz. Yani hafızam zaten çok parlak değildir ama şu koca deneyimin sonunda gözümün önünde kalan birkaç fotoğraftan fazlası değil; o kadar yani!


Deneyimin derinliğini ve güzelliğini aktarmak kolay değil elbette ama birkaç gün sonra haberleştiğimizde bunun ikimiz için de 12 yıllık ilişkilenmemizin zirve an'ı olduğunu paylaştık. Zaten bu yazıyı yazma sebebim de bu. Çeşitli şekillerde devam eden, sürekli iletişimde olmasak da bir şekilde bağlantıda kaldığımız bunca yıl; uzun sohbetler, yürüyüşler, hatta bir kereliğine cinsel yakınlaşma ama bunların hiçbiri o yarım saatteki tamlığı sağlamamıştı. Görünüşte temas eden bedenlerdi belki ama besbelli durum bunun çok ötesindeydi, ruhlar değdi birbirine.


İki önceki yazıda paylaşmış olduğum dokun(ul)manın çalışması, ve tabii bunu güçlendiren diğer çok önemli etken olan konuşmamak, sözcüksüzlük ve galiba en önemlisi yukarıda bahsetmiş olduğum zihinsizlik... Hepsi an'da birlendi ve dopdolu bir deneyime dönüştü.


Sizi bilmem ama ben, birbirimizle bu kadar fazla zihin-ağız-kulak üzerinden iletişiyor olmamızdan sıkılmışım artık. Dokunmaya, koklamaya, tatmaya ve gerçekten görmeye, derinlemesine bakmaya daha fazla alan açmamızı diliyorum. Hikayelerimiz, yaşantılarımız, düşüncelerimiz de kıymetli elbette lakin yaşamı tamamen bunlar üzerinden yaşayarak bir şeyleri kaçırıyoruz gibi geliyor.


Gerçekten de çok fazla konuşmuyor muyuz? Çok fazla kelime, cümle yok mu yaşamlarımızda?


***


Son üç yazıda bahsetmiş olduğum çalışmada yaşadığım bir farkındalığı daha paylaşayım mı? 50 civarında katılımcı vardı ve her biriyle sohbet etmeye, her birinin hikayesini duymaya ne zaman vardı ne de içimde enerji. Ve bir gün şunu fark ederek irkildim: Birisiyle belki 10 dakika sohbet etmektense, grup olarak dans ettiğimiz zamanlar karşısına geçip 10 saniye dans etmenin daha etkili olabildiğini gördüm. 10 dakikalık sohbette duyduklarımı unutabilirim, zihnim çarpıtabilir vs. ama muhteşem bir müzikte karşı karşıya gelip bedenimizin hareketlerine kendimizi bıraktığımızda çok derin bir iletişim olabiliyormuş; iki insan birbirini bu kadar kısa zamanda gerçekten görüp iletişime geçebiliyormuş... Çok çarpıcıydı!


Ya da mesela bazı çalışmalarda, çemberlerde yaparız; kişiler karşı karşıya gelir ve sadece göz teması kurarlar; bir şey söylemeden... Orada da bir mucize yaşanır her seferinde; sözcüklerin desteğini almaksızın bambaşka bir yerden kalp kalbe dokunuveririz birbirimize. Çok büyülüdür... (Bazen buna küçük temaslar da eklenir ve tadından yenmez.) Görme duyusu aslında en baskın duyumuz ama o kadar fazla uyaran eş zamanlı dikkat çekiyor ki özenli ve dikkatli bakmalar, bakışmalar o kadar fazla değil sanki hayatlarımızda; çoğunlukla çok yüzeysel kalıyor onu kullanımımız.


Sonuç olarak bunca yıldır -büyük kısmı konuşmaya dayanan- çember alanları açan biri olarak sözcükleri, hikâyeleri çöpe atacak değilim; kıymetleri ve gereklilikleri çok büyük. Yalnız daha önce de bilmekle birlikte bu aralar iyice idrak ettiğim bir gerçek var ki sadece bu şekilde iletişim kurmaya çalışmak son derece eksik kalıyor. Ve modern insan ağırlıklı olarak böyle iletişiyor. Halbuki insankızı/oğlu olarak çok karmaşık ve çok yönlü varlıklarız. Arka planda kalmış olan yönlerimizi de yeniden faaliyete geçirsek, uyandırsak diyorum.


Başka bir deyişle, su çok güzel gelsenize!



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.