Var'ın varlığı, yok'un yokluğu
Bugüne kadar mutluluğun türlü formülü paylaşıldı; herkes kendi meşrebine, kendi baktığı, gördüğü yere göre bir şeyler söyledi. Bugün bu denize ben de şöyle bir ayaklarımı sokma niyetindeyim; bir avuç formül de ben sunayım şu ummana:
Mutluluk, "var"ların farkındalığından ve müteakiben şükürden, "yok"ların ise yokluğunu idrak ve kabulden gelir.
İlk kısım nispeten daha çok söylenip hatırlanıyor. Şöyle ki:
O kadar fazla var'ın içindeyiz ki gözlerimizi gerçek anlamda açtığımız takdirde görmemek ne mümkün! Lakin yaşamı oto-pilotta yaşadığımız takdirde her şey sıradanlaşıyor ve kaçırabiliyoruz var'ları. Bu noktada, birkaç hafta önce, varlığın bolluğundan içimin içime sığmadığı bir an, kapalı bir grupta yapmış olduğum bir paylaşımdan parçalar getirmek istiyorum:
"(...) Dostlarla buluşuyoruz. 'Eee napıyosun' diyorlar; 'Valla diyorum varlık içindeyim, şaşkınlıkla bunu izliyorum.' Ve başlıyorum saymaya: 'Sonsuz çeşit ve miktarda gıda, ormanlar, ağaçlar, türlü türlü kuşlar, çevremde harika dostlar, güzel bir köy evi, elektrik, su, internet, evin önünde bir motor (hatta bir süreliğine bir de araba) (...) Şahane bir yoga hocam var! Bitmiyor ki dağlar var, sincaplar var... Sizler varsınız... Bedenim var, müthiş bir düzen içinde çalışan... Her türlü filme, müziğe, bilgiye ulaşma şansım var. Kitaplar var; arifler, ermişler, ustalar var... Kendimle çalışmak için alanım, zamanım var. Kendimden öteye geçmek için niyet ve heyecanım var... Varoğlu var; bitmiyor ki... Gülmek var, komiklikler, şakalar var; ağlamak, hüzünlenmek, oradan başka bonuslar toplamak var... Daha yazarım ama duruyorum :) :) Çok şükür..."
Gerçekten de daha yazarım; hele o gün, saatlerce durmadan yazabilirdim. Bazen öyle oluyor, içinde olduğum güzelliklerin daha daha farkında oluyor, en ufak bir nimeti daha daha takdis edesim geliyor. İçi içine sığmamak deyimini en çok bu an'larda fark ediyorum.
Muhteşem bir müzik çalıyorum, taşınabilir hoparlörümü telefona bağlayıp kendimden geçiyorum mesela.
Sadece bu olgunun gerçekleşmesi için nasıl bir birikim olduğunu düşünsenize...
Birileri bana muhteşem gelen bir müzik bestelemiş, sözler yazmış, birileri aranje etmiş, birileri aletleri çalmış ... birileri de hani bana hani bana dememiş tabii; oturmuş dinlemiş, yemek yaparken dinlemiş, yürürken dinlemiş, dans ederken dinlemiş....
Bu muhteşem müzik, binlerce-milyonlarca kişinin emeği, alınteri, hatta korkarım birilerinin de gözyaşı ile o minnacık telefonlara girmiş; başka binlercesinin emeği ile üretilen o hoparlör de nerelerden uçup gelmiş benim evimde durup duruyor ve müziği hakkını vererek dinlememi sağlıyor. Olağanüstü değilse ne?!
Ve bir de ben var tabii; cümlenin öznesi ben. Annem ve babam sayesinde dünyaya gelmiş olan ben... 38 yıl, 8 ay ve 5 gündür milyonlarca kez ciğerlerine oksijen alıp karbondioksit veren; on binlerce öğün yemek yemiş, tonlarca su içmiş, çok sevmiş, çok heyecanlanmış, bazen hatalar yapmış, bazen üzülmüş, yüzlerce-binlerce film izlemiş, kitap okumuş olan ben var... Caz dinlemiş, klasik dinlemiş, pop dinlemiş, rock dinlemiş, deyiş dinlemiş olan ben...
Ve bütün bunlar ve çok daha fazlası birleşerek beni ve müzik zevkimi oluşturmuş ve diğer bütün her şeyle birleşip kulağıma o muhteşem müziği taşımış ve beni o an kendimden geçirmiş.
Beş dakikalık bir müzik dinleme deneyiminin ardında sonsuz bir kurgu, milyonlarca kişinin emeği, deneyimi, yaptıkları var. Ve bu her şeyde böyle. Gün içinde herhangi bir anınızdaki herhangi bir durumu bir cümleye indirgeyin ve o cümlenin öğelerine tek tek bakın, görebilirsiniz.
Evet, ilk kısım buydu; nispeten daha çok söylenen ve hatırlanan ama ne kadar söylense yine sıkça unutulan kıymetli bir biliş hâli... Hatırlama, takdis etme, kutlama hâli...
İkinci ve benim algıma göre altı daha az çizilen, hatta hemen hiç çizilmeyen kısım ise yokluk'a dair. Bu konuda bir süre önce idrak ettiğim bir sır var ve bu sırrı ifşa etmek istiyorum:
Aslında "yok" diye bir şey yok, sadece "var" var; "olmayan" yok, sadece "olan" var.
Olan tek bir şey var, o da an'da mevcut bulunan her şeyin bir aradalığından müteşekkil.
Olmayan ise aslında yok; çünkü olsaydı, olurdu. Olmadığı için de, yok.
Beyinler yanmaya başladıysa güzel...
Şöyle anlatabilirim belki: "Olan" tek ve kocaman bir bütünken, "olmayan" dediğimiz şey aslında sadece olasılıklardan ibaret ve sadece zihinlerimizde mevcut. İşin ilginci, sadece olasılıklardan ibaret olmakla birlikte bu olasılıkların sayısı ve zihnimizin düşünme, -diğer bir deyişle uydurma- kapasitesi sonsuz olduğu için istemediğimiz kadar "olmayan" bulup kendimize dünyayı dar etmemiz çok kolay. Afedersiniz ama çok da salakça ama yapıyor muyuz, yapıyoruz çok şükür (!).
Basit, çok basit bir örnekle ne demek istediğimi kristalleştireyim; dileyenler kendi örnekleri ile detaylandırsın, derinleştirsin: Diyelim ki bankada 1.000 TL param var. Bu somut bir gerçektir. Bankamatiğe gittiğim takdirde 1.000 TL'yi aşmayacak şekilde para çekebilirim ya da internet üzerinden bunu aşmayacak şekilde harcama yapabilirim demektir. Hâl böyleyken olan çok nettir: Bankadaki 1.000 TL. Bunun arkasında herhangi bir hikâye, varsayım, duygu ve düşünce yok. -Konuya dair- "olan" tek şey bankadaki 1.000 TL.
"Olmayan" ve sadece zihnimde yer alabilecek olan hayâl ise bankada 1.001 TL veya daha fazla para olmasına dair isteğim olabilir. Bu istek sonucunda oluşan isyanım belki; korkularım, duygularım, düşüncelerim, keşkelerim... Ve bu alan sonsuza kadar uzatılabilir. Bankada 1.001 TL olmadığı gibi, 1.002 TL de yok, 1.003 de... Yüz bin TL de yok, elli bin dolar da... Cumhuriyet altınları da yok, eurolar da... Olan şey belli: bin teelee; olmayan şey ise hem aslında yok hem de zihnimizin sonsuz düşünce üretme kapasitesi çerçevesinde sınırsız :)) Ve beraberinde getirdiği hikayeler tabii: Neden yok, olsaydı şöyle olurdu, bu olsaydı bunu yapardım, şöyle olsaydı böyle olurdu ... ...
Söylemesi kolay olup da deneyimlemesi muhtemelen öyle olmayacak diğer bir örnek: Bir kaza geçirdim ve bir kolum kesildi diyelim. (Hep beraber: "Allah korusun!") Ama var bir bildiği ve korumadı mesela; kesildi, gitti. O an'dan itibaren var olan bir kol, iki bacak ve diğer uzuvlarım iken yok olan kol artık sadece bir düşünceden, hayalden, özlemden ibaret. Yine, söylemesi kolay tabii ama bu durumda, mümkün mertebe odaklanmamın hayırlı olacağı şey yine "olan"lar değilse ne? Artık "olmayan" kolumu düşünmemin, onun için üzülmemin bir faydası olacak mı? Tabii ki hayır. Diğer kolum olsaydı neler yapabileceğimi yaşamımın sonuna kadar tekrar tekrar kafamda kurmam bir şeye değecek mi? Hayır! O zaman, yine, mümkün olduğunca, var'ın kıymetini bilip şükretmem en güzeli sanki. "Bir kolum var, hâlâ; çok şükür."
Yazıyı çok fazla uzatmamak için iki şeyi unutmadığımın altını çizerek -ve belki başka bir yazıda devam etmek üzere- yavaştan bitiriyorum: Birincisi, yas tutmanın önemi ve gerekliliği. Kolum kesildiği an'da hiçbir şey olmamış gibi ve bu durumu görmezden gelerek yaşamayı öneriyor değilim. Kaçınılmaz olarak üzüleceğimdir, canım yanacaktır, içim sızlayacaktır ve belli bir süre bu acıyı yoğun bir şekilde yaşayacağımdır muhtemelen. Yaşamalıyım da... Fakat bir noktada bunu geride bırakmak zorundayım, eğer ki sağlıklı bir şekilde yaşamaya devam etmek istiyorsam. Kurban psikolojisine girip bunun yoksunluğunu her gün ve her an yaşamayı seçiyorsam, bu da benim tercihimdir elbet ve kimse karışamaz. Bu durumda kendime sürekli olarak acı çektirmiş olurum, hepsi bu. Gerek var mı? Yok! Ama yapabilirim, kesinlikle. Ki bence çoğumuzun sıkça yaptığı şey bu: "Olmayan"lar üzerinden kurban rolünde takılıp kalmak. Gerek yok ama mümkün, çok mümkün... O kadar mümkün ki hep yapıyoruz...
Unutmadığım ikinci şey ise, "olmayan"ın aslında olmasa bile zihnimizde olabilmesinin, türümüze özel bir yeteneğimizi işaret ediyor olması: Hayal kurabilmek, imgeleyebilmek. "Olmayan"ı düşünebildiğimiz takdirde onu "olan" hâline getirmemiz de mümkün. Bankada 1.000 TL varsa ve 2.000 TL olmasını istiyorsam bunun için bir şeyler yapabilir ve bunu mümkün kılmak üzere emek verebilirim. İş ki olanla kavga ederek kendimi yormayayım, üzmeyeyim. "Olan" somut bir olgu: 1.000 TL; "olmayan" ise zihnimde bir fikir: 2.000 TL. "Olan"ı görerek "olmayan"a doğru bir yolculuğa çıkabilir ve farklı bir "olan"a doğru yol alabilirim. Bunda başarılı olabilir, olamayabilirim; belki bunun yarısına,1.500 TL'ye ulaşabilir veya belki kendimin bile beklemediği bir şekilde 3.000 TL'ye varabilirim. Her halükârda yeni "olan"ım da o an için yine tek gerçektir: X TL. Bana düşen, şimdi, yine, her zamanki gibi, bu yeni durumu kabul etmek ve bunla yaşamak; istediğim olduysa da, olmadıysa da...
Yani asla ve kat'a demiyorum ki "olan"ı değiştirmek için yapacak bir şeyimiz yok, bir şey yapmayalım, elimizden bir şey gelmez vs... Tek dediğim, herhangi bir an'da zamanı durdurduğumuz takdirde o an'da tek bir gerçekler bütünü vardır ve bunu kabul etmemenin, bunla kavga etmenin faydasının olmadığı... Ve fakat aynı şekilde, bir sonraki an için daha keyifli bir vizyonum varsa, bunu mümkün kılmak için elimden geleni yapayım ve bu an geldiğinde, yine, olanı olduğu gibi kabul edeyim. Olduysa da, hiç olmadıysa da, biraz olduysa da, hayal ettiğimden bile fazlası olduysa da... Sadece kabul edeyim...
İşte, bence, mutluluğun formülü.
YORUMLAR