"Bugün de geçti"
Çok sevdiğim bir arkadaşımın yeğeni, küçük daha, kendisini prenses sanıyor. Fotoğraflarına bakıyorum. Hayatımda prenses görmedim ama evet prenseslik buysa, bence de o bir prenses. Kimsenin görmediği bir uçan atı var, atını akşamları Ali Baba’nın çiftliğine bağlıyor. Nazara olan sonsuz inancım yüzünden adını vermiyorum. Adı: D.
12 Eylül’dü. Bizim küçük D.’ye arkadaşımın babası Emrullah amca (küçüğün en yakın oyun arkadaşı) "Ne var ne yok, ne yaptın bugün?" diye soruyor, D. "Bugün de geçti" diyor. Ve yürüyüp salona gidiyor. Oyuncaklarının yanına.
Günlerdir aklımda: "Bugün de geçti."’
Öyle tatlı bir cevap ki ve öyle sert ki. Bizim D. süper kahraman, uçan atına Muhammed Ali’yi de almış, bir cevabıyla yere yıkıp geçiyor. Hakem sayıyor. Yerden kalkamıyoruz. Knock-out. D’nin tespiti o kadar doğru ki. Geçiyor günler. 70 yaşındaysan da 2.5 yaşındaysan da.
"Ne var ne yok, ne yaptın bugün?" diye soranlar azalsa da geçiyor. Mükerrer sorulara münferit cevaplar. Sorulan soruya verdiğin cevabı duyan olmuyor. İnsan en çabuk duyulmamaya alışıyor. Zaten unutuyorsun. Bugün de geçiyor, bugün de unutuyorsun. Kaybettiklerinin listesini yaparken, bulduklarını da not etsene, ama kalemin onları yazmıyor. Radyoda "Giderken kalmalara, alevsiz yanmalara, gururu aşk sanmalara alışkın değiliz" çalıyor.
Unutuyorsun. Dün evde her yere saçılan bulguru, bakkaldan koşup gidip bulgur aldığını, sana dandik karnabahar da satsa aynı manava gittiğini, kıymayı istediğin gibi çekmeyen kasaba gitmeye devam ettiğini unutuyorsun. Kasap da kedilerden şikayet ediyor. Eskiden sevmezdin kedileri, büyüdükçe kedileri bile anlıyorsun. Küçükken seni tırmalayan kediyi haklı buluyorsun. Çekmeseydin kuyruğundan!
Herkesi anlıyorsun. Bir vakitler, "Elime geçse bir kaşık suda boğarım" dediğin şimdi yamacına gelse, ne kaşık ararsın ne su. Hayatın cevap anahtarı olsa hemen çevirip arkadan cevaplara bakacaksın da. Cevaplardan gitsen soruyu unutturuyor hayat. Tozlu bir tavanarasında anneannenden kalma, "Hayırlısıysa olur", "kısmetse"leri çıkarıp, ömrünün çürüklerini yeşertip, dik durmaya çalışıyorsun. Zaten çürükler de önce yeşeriyor, sonra sararıyor, sonra geçiyor. Allah’a havaleler birikiyor. Radyoda "Aslan gibi geri döndüm" çalıyor.
Sonra seni darıltanı, yolda bırakanı, densizi, arsızı, sevgisizi, cahili, büyümüş de küçülmüşü, her şeyi çok bildiğini sananı unutuyorsun. Mazide kündeye geldiğin onlarca gün.
Bazı günler öyle demli ki, kopkoyu. Herkesin derdi var diyorsun. Kardeşinin iki kelimesi yetecekken, yarın ararım diyorsun. Yarın oluyor, aramayı unutuyorsun. Sonra kardeşini üzeni unutuyorsun. Hayatın kadrini kıymetini bilmemiş, kardeşiminkini mi bilecek diyorsun. Ama onu da anlıyorsun. Bazı insanları hiçbir takvime kaydetmemeyi öğreniyorsun.
Radyoda "Vicdanının sesini dinle bak ne diyor?" çalarken vicdanının seni çıkarttığı çıkmaz sokakların sonu hep hayvanat bahçesi. Hayvanları ayırt etmeden sevmeyi öğreniyorsun. Öküzleri bile. Ayıları da. Zaten öyle veya böyle ayılar kalıyor hayatta. Sen de anka kuşu değilsin zaten. Uçma deseler, uçamayacağını bile bile uçmak isteyecek, çakılacaksın belki de. "Hayat" diyecek, tozlarını silkeceksin. Senin dediğin gibi olmayacak baksana. Gitme dediğin gidecek, git dediğin gitmeyecek. "Hakkımızda hayırlısı" içinde hiç durmayan bir kaset kaydı. A yüzüyle B yüzü aynı. İçin Tibet manastırı, suratın Eminönü pazarı. Radyoda, "Hani kahramanlar gibi sevecekken seni, masal bitti, yaş akacak farketmedin mi?" çalıyor.
Sonra parktan eve dönen küçük kahraman D. geliyor, "Naber?" diyorsun, "Bugün de geçti" diyor. Geçiyor. Vallahi.
YORUMLAR